ALİ İHSAN ÖZYURT
1928'de Ödemiş'te doğdu. Bediüzzaman'ı Isparta ve Emirdağ'da ziyaret etti. Fatih'in hocası Akşemseddin'le alakalı bir eseri vardır. 1993'ün sonunda vefat etti.
"6-9-1955 günü öğretmen Mehmet Canyoldaş ve stajer öğretmen Mesut isimli blir arkadaşla birlikte Isparta'ya gittik. Nur talebesi Nuri Benli'nin otelinde kaldık. Üstadı ziyaret etmek istediğimizi söyledik. Benli'nin oğlu sabahleyin gidip, Rüştü Çakın Ağabeyi buldu. Rüştü Ağabey de Benli'nin oğluna, Üstada bizzat gitmesini söylemiş. Döndüğünde Üstadın rahatsız olduğunu ve kimseyi kabul etmediğini söyledi. Yanımızda bir de Siirtli zat vardı. O da Üstadı ziyaret etmek istiyordu.
"Üstadı görmeden geri dönmemeye kar'iyyen kararlıydık. Şayet Üstad Emirdağ'a giderse Emirdağ'a, Eskişehir'e giderse Eskişehir'e gitmeye karar verdik. Bu minval üzere konuşup dururken, Benli'nin oğlu Selâhaddin koşarak geldi ve Üstadın bizi on beş dakikalığına kabul edeceğini bildirdi. Kalktık ve o zamanki ismi Dere Sokak olan sokaktaki Üstadın kaldığı eve gittik.
"Manevi hastalığı varsa Hastalar Risalesi'ni okusun"
"Önce Siirtli zat girdi ve meselesini söyledi. Üstaddan hasta olan kızı için okuyup muska yazmasını istedi. Üstad da, cevaben, 'Kardeşim, onunla hastalık geçmez. Şayet manevî bir hastalık varsa, Hastalar Risalesi'ni okuyun. İnşaallah geçer' dedi. Siirtli zat Kürtçe konuşmak istedi. Ancak Üstad, 'Ben Kürtçe bilmiyorum' dedi ve konuşmadı.
"Öğretmenlikten ayrılma"
"Siirtli zattan sonra Canyoldaş, meselesini anlatmaya başladı. Öğretmenlik mesleğinde çok sıkıntı çektiğini, kendisine huzur vermediklerini ve namazlarını kılamadığını söyledi. Üstad Canyoldaş'a cevaben; 'Sen öğretmenlikten ayrılma kardeşim, devam et' dedi.
"Mesut'un da ne iş yaptığını sorup, öğretmen olduğunu öğrendikten sonra şöyle dedi: 'Sen de öğretmenlikte devam et, kardeşim. Çocuklar istikbal için büyük bir sermayedir. Onları terbiye etmek bizim vazifemizdir. Kat'iyyen öğretmenlikten ayrılmayın.'
"Sonra da bana döndü ve 'Sen ne yapıyorsun kardeşim?' dedi. Ben de, İstanbul'da Arapça tahsil ettiğimi ve Risale-i Nur okuduğumu söyledim. Üstad 'İyi, kardeşim, Risale-i Nur'da Arapça var' dedi ve Hüsrev Efendi ile görüşmemi söyledi. Yirmi-yirmi beş dakika kaldıktan sonra gidip, iki-iki buçuk saat kadar da Hüsrev Efendi ile konuşup İzmir'e döndük. İlk ziyaretimiz böyle olmuştu.
"Şualar'ı müdafaa eden savcı"
"İkinci ziyaretim de Emirdağ'da oldu. 1960 yılı, 16-17 Şubat'ında İstanbul'da yeni tab edilen Şuâlar mecmuasını takdim etmek üzere üç arkadaş Emirdağ'a gittik ve Şuâlar'ı Üstada takdim ettik. Çok memnun oldular. O sırada Mersin savcısından, kendisine hakaret eden bir adam hakkında takibat açmak için, Üstaddan müsaade isteyen bir mektup gelmişti. O mektuptan bahsetti. Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti:
"Kardeşim, madem Şuâlarl yayıldı. Artık bundan sonra Risale-i Nur tamamen yayılacak. İşte, bakınız tevafuka. Bugüne kadar savcılar benim aleyhimde iken, şimdi benim lehimde hareket ediyorlar.'
"Soyismini hatırlayamadığım Mustafa isminde bir savcı, Mersin'de mahallî bir gazetede Üstada hakaretvarî bir yazı yazan adam hakkında dâvâ açacağını ve kendisinin izninin olup olmadığını soruyordu. Bu hadiseden bahsederek, Şuâlar'ın çok tesirli olduğunu, Risale-i Nur aleyhinde bir durum olmayacağını ve Şuâlar'ın bunu önleyeceğini söyledi.
"Savcının mektubunu da bize göstermişti. Zübeyir Ağabeye, 'Kardeşim Zübeyir, getir şu mektubu, görelim' demişti. Biz daha fazla kalmadık. Zaten Nur talebelerinin Üstadlarını ziyaretleri uzun sürmez, hizmete müteallik meselelerini görüştükten sonra hemen ayrılırlardı.
"Bu arada bazı şeyler da söylemişti. Fakat şimdi hatırlayamıyorum. Ancak elini öptüğüm zaman, başımdan öperek 'İhsân'ım, ihsanımın içindesin' dediğini hatırlıyorum.
"Biz Emirdağ'dan döndükten sonra, 22 Şubat hadisesi oldu, ortalık karıştı. Biz Emirdağ'dan ayrıldıktan 40 gün sonra Üstad Isparta'ya gitti. Hükûmet Emirdağ'da oturması için ısrar ediyordu. Ancak o dinlemedi, Urfa'ya gitti ve ebediyete göçtü. Allah gani gani rahmet eylesin."