MUZAFFER KÜÇÜKYILDIZ
"Asrın müceddidini görmeye geldim"
"İlk defa 1957 yılının bir yaz mevsimi Üstadı ziyarete gittim. Isparta'da olduğunu söylediler. Bu ziyaretime vesile olan hâdise Şeyhim Abdulvahhab'a olan aşırı bağlılığımdı. Bu bağlılığım esnasenda onun hakkında menfî olarak çok şeyler söylüyorlardı. Onu Bediüzzaman'dan öğrenmek için gidiyordum.
"İlk defa Isparta'da Rüştü Çakın'ın dükkânına gittim. Oradan beni Ceylan Çalışkan Ağabey götürdü, Üstadın evini gösterdi. Evden Bayram Ağabey çıktı. 20 dakika sonra gelmemi istedi. Bu durum üç sefer tekrar etti.
"En son olarak, gittiğim günün ertesi sabahı saat 8'de gittim. Zübeyir Ağabeyle karşılaştım. O da 20 dakika sonra gelmemi söyledi. Derken en son şişman bir ağabey çıktı. Ona 'Van'dan asrın müceddidini görmeye geldim' dedim. Nihayet içeri aldılar beni.
"Önce salona girdim. Salondan sağdaki odaya aldılar. Orada hep duvarlarda peygamberlerin isimleri yazılıydı. Biraz bekledikten sonra Ceylan Çalışkan, 'Gel Üstad seni çağırıyor' dedi. Ben titremeye başladım. Vücudumu heyecan sardı. İçeri girdim, birinci ayağımı içeri attığımda çok zayıf gördüm. İkinci ayağımı atışta ise çok heybetli gördüm. Hemen eline yumuldum, öpmeye gayret ettim. O eliyle işaret ederek 'Otur' dedi.
"Bana o sırada il defa 'Seyyid Abdulvahhab'ı tanır mısın? Nasıldır? Hasta mıdır? Sağ mıdır?' diye sordu.
"Ben bu ifadelerdeki mânayı ilk etapta anlayamadım. 'O ne hastadır, ne sağdır, ortadadır kurban!' dedim ve 'Halk Partisinden adaylığını koydu' dedim.
"Üstad o sıra heybetli bir şekilde eliyle birşeyi keser gibi sert bir biçimde 'Neyse' dedi. Ondan sonra Erciş Müftüsü ve İmamını sordu. Bunun yanında bazı ağabey ve kardeşleri tanıyıp tanımadığımı sordu. Ben tanıdığımı söyleyince, 'Sungur! Sungur! Maşaallah, maşaallah bu Muzaffer'dir' dedi. Halbuki o ana kadar ben ne ismimi söylemiştim, ne de birşey. İsmimi kendisi söyledi.
"Benim niyetim üç gün orada kalmaktı. Bu arzu ve niyetimi açmamıştım Üstada. Fakat o bana, 'Ben seni üç gün misafir edecektim, fakat ben hastayım, hemen memleketine git' dedi.
"Yine birgün memlekette rüyada Üstadın elini öpüyordum. Beş parmağını birden öpüyordum. O heyecanla kalkıp bağırmıştım. İşte bu rüyadan 5-6 ay sonar rüyadaki gibi Üstadın beş parmağını kendisiyle görüştüğümde öptüm.
"Üstadın üç müjdesi"
"İkinci ziyaretim de Muradiyeli Kamil Acar'la olmuştu. Yine Isparta'ya gittik. O sırada Otelci Nuri Benli'yle karşılaştık. Bize lâtife yaparak 'Yine Hoca Efendiyi ziyarete mi geldin?' dedi. Üstad da Emirdağ'dan arabayla Isparta'ya inmişti. O sıra da Üstadı arabanın içinde görmeye muvaffak oldum ve elini öptüm.
"Daha sonra yine evde gördüm. Bana, 'Benim canlı mektubumsun. Muradiye'nin küçüğünden büyüğüne kadar hepsine selâmımı söyle' demişti.
"Ben de birgün kahvede bağırarak, 'Bediüzzaman'ın Muradiyelilerin küçüğüne büyüğüne hepsine selâmı var' dedim.
"Gariptir ki, o selâmdan sonra camimizin cemaatı gün geçtikçe daha da çoğalıyordu. O güne kadar az olan cemaat gittikçe çoğalmıştı.
"O sıra bana ve Kamil Ağabeye dualar etti. Kamil Ağabeye İran'a götürmesi için bazı kitaplardan vermişti. O da götürmüştü. Kamil Ağabey götürdüğünü söyleyince 'Size üç müjdem var' dedi:
"Birincisi: Şiilerle Sünnilerin geçimsizliği halledildi.
"İkincisi: Almanya ve diğer bazı devletler Risale-i Nur'ları kendi lisanlarıyla okutacak.
"Üçüncüsü: Van'da bir üniversite yapılacak.'
"Daha sonra elini öperek ayrılmıştık."
El-Fâtihâ!
Göçtü, dünya gözüyle görmemek üzere daha,
Sağ iken Fatihalar yağdırırdı ervâha...
Adını söyleyeyim: Muzaffer Küçükyıldız.
Rûhuna el-Fâtihâ!...
Mikâil Yaprak