HAFIZ ALİ OKUR
1931'de Akyazı'da dünyaya geldi. 1983'te vefat etti. Hâfız-ı Kur'ân'dır. 1954-55 yıllarında Elazığ'ın Baskil ilçesinde hem Kur'an öğretmiş, hem Nurları neşretmişti. İstanbul'da bir camide görevli olduğu sırada 1957'de ilk defa basılan Konferans Risalesini Isparta'ya Bediüzzaman'a götürüp, kendilerini ziyaret etmiştir.
"Üstada Konferans'ı götürdüm"
üçük risale yeni basılmıştı. Zekâi ismindeki bir arkadaşla beraber, yeni çıkan kitapları alarak Isparta'ya Üstadın ziyaretine gittik.
"Oraya vardığımızda Üstadın hasta olduğunu, sesinin kısıldığını bize söylediler. Ara sıra hava almak için dışarı kırlara çıkıyormuş. Ziyaretten evvel camide abdest alıp namazı kıldık, dua ettik. Üstadın bizi görmek için çağırdığını bildirdiler. Evin kapısın merhum Zübeyir Gündüzalp açtı. Tahirî Mutlu da oradaydı. Bizi içeriye aldılar. Merhum Ceylân Çalışkan ile Bayram Yüksel Ağabey de oradaydı.
"Üstad o gün de gezmek için çıkmıştı. Bir de asker vardı. Isparta da askerliğini yaparken Özer Şenler'miş. İkindi namazını beraberce kıldık. Son derece heyecan içindeydim. Bir buçuk saat kadar sonra araba sesi geldi ve Üstad hemen içeriye girdi. Üstadın pembe gül renginde siması gözlerimin önündedir. Elini öptüm, biraz sakinleştim, heyecanım geçti. Beni karyolasının üzerine oturttu. 'İyi ki geldin, eğer gelmeseydin sana telgraf çekecektim' dedi. Sonra annemi babamı sordu. 'Annen baban var mı?' dedi. 'Var efendim, hayattalar' dedim. Onların durumlarını sordu. 'Onlar kendi kendilerini idare ediyorlar mı?' dedi. Üstad bunları niçin soruyor diye merak etmiştim. Hâlâ da o sorunun sebep ve hikmetini bilemiyorum.
"Yol paranızı ben vereceğim"
"Üstad, bize nasıl geldiğimizi, neyle geldiğimizi de sordu. 'Paranız var mı?' dedi. 'Sizin yol paranızı ben vereceğim' dedi. Teşekkür ettik, paramızın olduğunu söyledik. Bize bozuk paralardan birer lira verdi. Dışardan kurabiye aldırdı. 'Sizi burada bırakacaktım, ama buradaki talebelerim gibi, İstanbul'da da sizi kabul ediyorum. İstanbul'da sizi Ahmet Aytimur'un yanında kabul ediyorum' dedi. Bir kavanoza zeytin yağı doldurdular. İçine zeytin ve limon koydular. Yol için bize verdiler. Biz de onu yakınlarımıza dağıttık.
"Üstad treni sordu. Ceylân Çalışkan'ı tren bileti almaya gönderdi. Üstadın huzurunda gözüm simasına kaydı. Simasını ay şeklinde gördüm. 'Bu olur mu?' diye düşünmüştüm. Tekrar baktım, sanki bulutların içinde ay gibi bir hali vardı. Üstadın sözlerini Zübeyir Gündüzalp Ağabey sanki tercüme eder gibi, bize söylüyordu. Ama konuşmaları biz de anlıyorduk. Yarım saat kadar Üstadın huzurunda kaldık. Dünya çapında muhteşem bir zâtın huzurundaydık. 'Neden bu kadar meşgul ediyoruz?' diye düşünüyodum.
"Demek sen o imişsin"
"Kalkıp hürmetle Üstadın ellerine sarılap öptüm. Baktım, başım Üstad Hazretlerinin kucağındaydı. Üstad bize çok iltifat ediyordu. Bana, 'Hafız Ali'nin vefatından, şehadetinden sonra, ben birisini bekliyordum. Demek seno imişsin'diye iltifat edip, başımı tutuyordu.
"Bu iltifat, alâka ve hürmetle Üstadın huzurundan sevinçler içinde, âdeta uçarcasına ayrıldık. Ceylân Çalışkan bizi trene kadar yolcu edip bindirdi. Üstada götürdüğümüz Konferans'tan memnun olmuştu. Tashih edilen kitabı tekrar yanımıza alarak döndük.
"Yazdığım bir risalenin sonuna, Üstad kendi el yazısıyla dua yazdı."