Bugünlerde, Ma’nevî Bir Muhaverede bir “SUAL VE CEVABI” dinledim. Size, bir hülâsasını beyân edeyim:
Biri dedi: Risâle-i Nur’un îman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?
Ona cevaben dediler: “Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük hâneyi tamir etmiyor. Belki, küllî bir tahribâtı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız husûsi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki, bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umûmîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bâhusus avâm-ı mü’minînin istinâdgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umûmîyi, Kur’ân’ın i’caziyle ve geniş yaralarını Kur’ânın ve îmânın ilâçları ile tedâvi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın i’caz-ı ma’nevîsinden çıkan Risâle-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, îmanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medârdır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum..
Said Nursî