Onun doğru ve Resûlullah olduğunu isbat ederek ikisi beraber, biri âlem-i şehâdet lîsanı −bütün hayatında, bütün enbiya ve evliyanın tasdikleri altında− diğeri, âlem-i gayb lîsanı −bütün semâvî fermanların ve kâinat hakîkatlarının tasdikleri içinde− binler âyâtiyle iddia ve isbat ettikleri hakîkat-ı haşriye elbette Güneş ve gündüz gibi bir kat’iyyettedir.
Evet haşir gibi, en acib ve en dehşetli ve tavr-ı aklın haricinde bir mes’ele, ancak ve ancak böyle hârika iki üstadın dersleriyle halledilir, anlaşılır.
Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur’ân gibi îzahat vermediklerinin sebebi o devirler beşerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasıdır. İbtidaî derslerde îzah az olur.
Elhâsıl: Mâdem Cenâb-ı Hakk’ın ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler. Elbette O isimlere delâlet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delâlet ederler. Ve mâdem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekanın dâirelerini gördüklerini haber veriyorlar. Elbette melâike ve ruhların ve ruhaniyâtın vücûd ve ubûdiyetlerine şehâdet eden deliller, dolayısiyle âhiretin vücûduna dahi delâlet ederler. Ve mâdem MUHAMMED Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bütün hayatında vahdaniyetten sonra en dâimî davası ve müddeası ve esası âhirettir; elbette o zâtın nübüvvetine ve sıdkına delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, -bir cihette, dolayısıyla- âhiretin tahakkukuna ve geleceğine şehâdet ederler. Ve mâdem Kur’ânın dörtten birisi haşir ve âhirettir ve bin âyâtıyla onun isbatına çalışır ve onu haber verir. Elbette Kur’ânın hakkaniyetine şehâdet ve delâlet eden bütün hüccetleri ve delilleri ve bürhanları, dolayısıyla âhiretin vücûduna ve tahakkukuna ve açılmasına dahi delâlet ve şehâdet ederler.
İşte bak, bu rükn-ü îmanî ne kadar kuvvetli ve kat’i olduğunu gör...