O kalabalık içinde yaşayamayacağım diye çok telâş ederken, birden bir alâmet-i hiddet ve gadab olarak soğuk o derece şiddetlendi ki; eğer o eski yerimde kalsa idim, hiç dayanamayacaktım. O zahmet, benim hakkımda rahmete döndü:
Kalbe geldi ki: “Gerçi Nur şâkirdleri, her koğuşta hem kendileri hesabına, hem senin bedeline tam Nur dersleri ile çalışıyorlar. Fakat bu beşinci koğuş, bir nevi tecridhâne olmasından tazeleniyor, değişiyor; Nur dersine daha ziyâde muhtaçtır. Hem Rus’un dehşetli bir inkâr ile ve Allah’ı tanımamak ile hücumunu yazan gazetelerin yazılarını okuyan gençler ve ihtiyarlar, elbette îman-ı billâhtaki mevcûdiyet ve vahdaniyet-i İlâhîyeye dâir gâyet kat’i ve kuvvetli derslere pek ziyâde ihtiyaçları var.” diye tesbihatta kalbe geldi. Ben de sabah namazından sonra eskiden beri on def’a okuduğum ve koca “Yirminci Mektub Risâlesi” on bir kelimesinde hem on bir bürhan-ı vücub-u vücûd ve vahdet-i Rabbânîye, hem on bir müjde gâyet parlak, Güneş gibi tafsilatla gösteren ve bir rivayette ism-i a’zam taşıyan bu tehlil ve tevhid-i muazzam:
kudsî cümleyi mütefekkirane tekrar edip “Yirminci Mektub”un kısa bir hulâsat-ül hulâsasını beraber düşünüyordum. Birden kalbe geldi ki: “Bu kısacık hulâsayı Nadir Hoca’ya ve buradaki gençlere ders ver.” Ben de Bismillâh deyip başladım, dedim:
Bu kelâm-ı tevhidde on bir müjde, on bir hüccet-i îmaniye var. Şimdi, yalnız hüccetlere gâyet kısa bir işâret edip, îzahını ve müjdeleri “Yirminci Mektup” ve Nur eczalarına havale edeceğim. Fakat şimdi, o dersi yazdığım zaman onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri dahi yazmayı münâsip gördüm. İşte o kelâm-ı tevhidin on bir kelimesinden,