(İmâm-ı Ali’nin (Radıyallahu Anh) Risâle-i Nur’a dâir üçüncü bir kerâmetidir.)
Evet On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem’alarda îzah ve isbat edilen iki zâhir kerâmetini teyid ve takviye ederek Kaside-i Celcelûtiye’sinde “Sirâcınnûr”dan sarahat derecesinde haber verdiği gibi, yine o kaside’de Sirâcınnûr’un en namdar risâlelerine parmak basıyor, âdeta alkışlıyor; ve sekiz adet remz ile meşhur bir kısım risâlelerini gösteriyor.
Birincisi: Risâle-i Nur’a tasrih eden
fıkrasından sonra Süryanî lîsaniyle esmâ-i hüsnâ’dan istimdad ve suver-i Kur’âniye ile bir münâcât yapıyor. Tam otuz üç surelerle öyle garîb ve ma’nidar bir tarzda zikrediyor ki; bir kısım sırları ve gaybî haberleri dahi bildirmek istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zamanda İmâm-ı Ali’nin (Radıyallahu Anh) Âyet-ül Kübrâ nâmını verdiği Yedinci Şuâ’ı bitirdiğim aynı vakitte -itikadımca bana acele bir mükâfat ve bir ücret olarak- geceleyin Celcelûtiye’yi okudum. Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi: İmâm-ı Ali (Radıyallahu Anh), Risâle-i Nur ile çok meşguldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymetdâr risâlelerine de işâret derecesinde remzedip îmâ ediyor. Eğer sarih bir sûrette gaybdan haber vermek çok zararları bulunduğundan, hikmete münafî olduğu cihetle hikmet-i İlâhîye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti. Meselâ; sureleri tâdâd ederken, yirmi beşinciye geldiği vakit diyor ki: