İşte, hayatın bu mezkûr yirmi dokuz ehemmiyetli ve kıymetdar hassalarını ve ulvî ve umûmî vazifelerini nazara al. Sonra bak. Muhyî isminin arkasında, İsm-i Hayy’ın azametini gör. Ve hayatın bu azametli hassaları ve meyveleri noktasından, İsm-i Hayy nasıl bir İsm-i A’zam olduğunu bil.
Hem anla ki; bu hayat, mâdem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kıymetdar meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünkü; ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasiyle neticesi, gelecek bir ağaçtır.
Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyî’ye karşı şükür ve ibâdet ve hamd ve muhabbettir ki; bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibâdet ise; hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir. Ve bundan anla ki; bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane ni’metlenmektir” diyenler, gâyet çirkin bir cehaletle; münkirâne, belki de kâfirane, bu pek çok kıymetdar olan hayat ni’metini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı ni’met ederler.
İşte, hayatın yirmi dokuz hassalarından yirmi üçüncü hassasında şöyle denilmiştir ki: Hayatın iki yüzü de şeffaf, kirsiz olduğundan, esbâb-ı zâhiriyye, ondaki tasarrufat-ı kudret-i Rabbânîyeye perde edilmemiştir. Evet bu hassanın sırrı şudur ki; kâinatta gerçi herşeyde bir güzellik ve iyilik ve hayır vardır; ve şer ve çirkinlik gâyet cüz’îdir ve vâhid-i kıyasîdirler ki, güzellik ve iyilik mertebelerini ve hakîkatlarının tekessürünü ve taaddüdünü göstermek cihetiyle, o şer ise hayır ve o kubh dahi hüsün olur.