Elbette nev-i beşerin her bir tabakası, herbir âyât-ı Kur’âniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur’âniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek sûrette ayrı ayrı ve müteaddid ma’naları zımnen ve işâreten bulunacaktır. Evet hitabat-ı Kur’âniyenin vüs’ati ve mâânî ve işârâtındaki genişliği ve en âmi bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ı fehimlerini mürâat ve mümaşat etmesi gösterir ki; herbir Âyetin herbir tabakaya bir vechi var, bakıyor.
İşte bu sırra binâen, “yedi semavât” ma’nayı küllîsinde yedi tabaka-i beşeriye, muhtelif yedi kat ma’nayı fehmetmişler. Şöyle ki:
âyetinde, kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye, havayı nesimînin tabakatını fehmeder. Ve Kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi, elsine-i enamda seb’a-i seyyare ile meşhur yıldızları ve medârlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize benzer zevil-hayatın makarrı olmuş semâvî yedi küre-i âheri fehmeder. Diğer bir tâife-i beşeriye, Manzûme-i Şemsiye’nin yedi tabakaya ayrılmasını, hem Manzûme-i Şemsiye’mizle beraber yedi manzûmat-ı şümûsiyyeyi fehmeder.
Daha diğer bir tâife-i beşeriye, madde-i esîriyenin teşekkülâtı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye, yıldızlarla yaldızlanıp, bütün görünen gökleri bir semâ sayıp, onu bu dünyanın semâsıdır diyerek, bundan başka altı tabaka-i semavât var olduğunu fehmeder. Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek tâifesi ise; semavât-ı seb’ayı, âlem-i şehâdete münhasır görmüyor. Belki avalim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misâliyenin birer muhit zarfı ve ihâtalı birer sakfı olan yedi semavâtın var olduğunu fehmeder.