Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 132
(6-173)

Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakîkatı tamamiyle gösterememişler. Kur’ân-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sâni-i Zülcelâl, yedi kat semavâtı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi semâ içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste:

denilmiş. Yâni: “Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.”

İşte bu hakîkat-ı Kur’âniyeyi yedi kâide ve yedi vecih ma’na ile gâyet muhtasar bir sûrette isbat edeceğiz.

Birinci Kâide: Fennen ve hikmeten sâbittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki “esîr” dedikleri madde ile doludur.

İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşâhedeten sâbittir ki: Ecrâm-ı ulviyenin cazibe ve dafia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin naşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcûddur.

Üçüncüsü: Madde-i esîriyye, esîr kalmakla beraber, sâir maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı sûretlerde bulunduğu tecrübeten sâbittir. Evet nasılki: Buhar, su, buz gibi havaî, mâyi, câmid üç nevi eşya, aynı maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i esîriyyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir i’tirâza medâr olmaz.

Dördüncüsü: Ecrâm-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvî âlemlerin tabakatında muhalefet var. Meselâ: Nehr-üs Semâ ve Kehkeşan nâmiyle mâruf, Türkçe “Samanyolu” ta’bir olunan bulut şeklindeki dâire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler.

Ses Yok