Ve hâkezâ bu âyetin külliyetinde mezkûr yedi kat tabakanın yedi kat ma’naları gibi daha çok cüz’î ma’naları vardır. Herkes fehmine göre hissesini alır ve o mâide-i semâvîyeden herkes rızkını bulur.
Mâdem o âyetin böyle pek çok sâdık mâsadakları var. Şimdiki akılsız feylesofların ve serseri Kozmoğrafyalarının, inkâr-ı semavât bahânesiyle böyle Âyete taarruz etmesi, haylaz ahmak çocukların semavâttaki yıldızlara bir yıldızı düşürmek niyetiyle taş atmasına benzer. Çünkü: Âyetin ma’na-yı küllîsinden bir tek mâsadak sâdıksa, o küllî ma’na sâdık ve hak olur. Hatta vâki’de bulunmayan, fakat umumun lîsanında mütedavil bulunan bir ferdi, umumun efkârını mürâat için o küllîde dâhil olabilir. Halbuki, hak ve hakîki çok efradını gördük. Ve şimdi bu insafsız ve haksız Coğrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoş Kozmoğrafyaya bak! Nasıl bu iki fen hata ederek, hak ve hakîkat ve sâdık olan küllî ma’nadan gözlerini yumup ve çok sâdık olan mâsadakları görmeyerek; hayalî bir acib ferdi, ma’na-yı âyet tevehhüm ederek âyete taş attılar; kendi başlarını kırdılar, îmanlarını uçurdular!...
Elhâsıl: Kıraat-ı seb’a, vücuh-u seb’a ve mu’cizat-ı seb’a ve hakâik-i seb’a ve erkân-ı seb’a üzerine nâzil olan Kur’ân semâsının o yedişer tabakalarına, cin ve şeyâtin hükmündeki i’tikâdsız maddî fikirler çıkamadıklarından Âyâtın nücûmunda ne var, ne yok bilmeyip yalan ve yanlış haber verirler. Ve onların başlarına o âyâtın nücûmundan mezkûr tahkîkat gibi şehablar inerler ve onları yakarlar. Evet cin fikirli feylesofların felsefesiyle o semavât-ı Kur’âniyeye çıkılmaz. Belki Âyâtın yıldızlarına, hikmet-i hakikiyenin mi’raciyle ve îman ve İslâmiyetin kanatlariyle çıkılabilir.