İşte beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karşı Arş-ı Â’zamdan gelen Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da şu âyet ifade ediyor:
Yâni: Bu iki âyet bu esası ders veriyor ki: “Bir adamın cinâyetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem bir ma’sûm, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyariyle, kendi rızasiyle kendini feda etse, o fedakârlık bir şehâdettir ki, o başka mes’ eledir.” diye hakîki adâlet-i beşeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilâtını da Risâle-i Nur’a havale ediyorum.
İkinci Suâl: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hâzıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimâîyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i garbiye semâvî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, fâidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakîki olan istirahat-ı umûmîye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine, israf ve sefâhet ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçâre beşeri hem gâyet fakir, hem gâyet tenbel eyledi. Semâvî Kur’ânın kanun-u esasîsi:
ferman-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.” diye RİSÂLE-İ NUR bu esası îzaha binâen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim: