Zaten Risâle-i Nur’un mümtaz bir hâsiyeti de şudur ki; hiç şüpheleri, i’tirâzları zikretmeden öyle bir tarzda cevab verir ki: O şüpheler kalbe gelmeye ihtimal kalmıyor. Başka münakaşa ve münâzaralar gibi münkirlerin şüphelerini göstermeden mahvediyor.
Bu hakîkatı görmek isteyenleri Risâle-i Nur’a havale edip yalnız nümûne için bu Ramazan-ı Şerifte o konferansı dinleyen bir kısım (İmâm-Hatib) talebelerinden ve Kur’ân hıfzı ile meşgul olan ma’sûm gençlerin kalbine vesvese, vehim gelmemek için pek çok âyetlerdeki “Seb’a Semavât” cümlesini inkâr eden müsteşrik feylesofun inkârından kırk beş sene evvel Risâle-i Nur bu gelen cevabı vermiş:
İlâ âhir..
Şu âyet-i kerîme gibi müteaddit âyetler, semavâtı yedi semâ olarak beyân ediyor. İşârât-ül-İ’câz tefsirinde eski Harb-i Umûmî’nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar mecbûriyetiyle gâyet mücmel beyân ettiğimiz o mes’elenin yalnız bir hulâsasını yazmak münâsibdir. Şöyle ki:
Eski hikmet, semavâtı dokuz tasavvur edip, lîsan-ı şer’îde, Arş ve Kürsi yedi semavât ile beraber kabul edip acib bir sûretle semavâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî hükemasının şa’şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, Âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbûr kalmışlar. O sûretle Kur’ân-ı Hakîm’in i’cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-i cedide nâmı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubûra ve hark ve iltiyama kabil olmayan semavât hakkındaki ifratına mukâbil tefrit edip, semavâtın vücûdunu âdeta inkâr ediyorlar.
English
العربية
Pyccĸий
français
Deutsch
Español
italiano
中文
日本語
Қазақ
Кыргыз
o'zbek
azərbaycan
Türkmence
فارسى