Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 131
(6-173)

Zaten Risâle-i Nur’un mümtaz bir hâsiyeti de şudur ki; hiç şüpheleri, i’tirâzları zikretmeden öyle bir tarzda cevab verir ki: O şüpheler kalbe gelmeye ihtimal kalmıyor. Başka münakaşa ve münâzaralar gibi münkirlerin şüphelerini göstermeden mahvediyor.

Bu hakîkatı görmek isteyenleri Risâle-i Nur’a havale edip yalnız nümûne için bu Ramazan-ı Şerifte o konferansı dinleyen bir kısım (İmâm-Hatib) talebelerinden ve Kur’ân hıfzı ile meşgul olan ma’sûm gençlerin kalbine vesvese, vehim gelmemek için pek çok âyetlerdeki “Seb’a Semavât” cümlesini inkâr eden müsteşrik feylesofun inkârından kırk beş sene evvel Risâle-i Nur bu gelen cevabı vermiş:

İkinci Mes’ele-i Mühimme’dir:

İlâ âhir..

Şu âyet-i kerîme gibi müteaddit âyetler, semavâtı yedi semâ olarak beyân ediyor. İşârât-ül-İ’câz tefsirinde eski Harb-i Umûmî’nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar mecbûriyetiyle gâyet mücmel beyân ettiğimiz o mes’elenin yalnız bir hulâsasını yazmak münâsibdir. Şöyle ki:

Eski hikmet, semavâtı dokuz tasavvur edip, lîsan-ı şer’îde, Arş ve Kürsi yedi semavât ile beraber kabul edip acib bir sûretle semavâtı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî hükemasının şa’şaalı ifadeleri, nev-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir, Âyâtın zâhirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbûr kalmışlar. O sûretle Kur’ân-ı Hakîm’in i’cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-i cedide nâmı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubûra ve hark ve iltiyama kabil olmayan semavât hakkındaki ifratına mukâbil tefrit edip, semavâtın vücûdunu âdeta inkâr ediyorlar.

Ses Yok