RİSÂLE-İ NUR bu asırda KUR’ÂN-I HAKÎM’in bir mu’cize-i ma’nevîyesi, hakîki, yüksek ve parlak bir tefsiridir. RİSÂLE-İ NUR şu zamanın yaralarına en münâsib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümüne ma’rûz hey’et-i İslâmiyeye en nâfi’ bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğunu yüz binlerle kimseler tarafından idrâk ve tasdik edilen bir eser külliyatıdır. RİSÂLE-İ NUR, veraset-i nübüvvet yoluyla doğrudan doğruya hakîkat-ül hakâika yol açmış Cadde-i Kübrâ-i KUR’ÂNİYE’dir. Bunun içindir ki, Avrupa’nın felsefî dalâletlerine galebe ediyor ve cerhedilmez aklî, mantıkî, ilmî hüccetlerle, dünyayı saran komünizmi ve masonluğu kökünden yıkıyor. Risâle-i Nur, avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sınıfın kendi isti’dâdı nisbetinde istifade edebileceği bir eser külliyatıdır.
İşte bu hakîkatler içindir ki; NURları okuyan ve yazan Nurcular, dünyanın her tarafında gittikçe çoğalmaktadır.
Muhterem hâkimler!
Arkadaşımla tashihat yaparken yakalanıp müsadere edilen, Denizli’de beraet eden ve Temyiz’in de tasdik ettiği büyük mütefekkir BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ’nin “ÂYET-ÜL KÜBR” risâlesinin bir yerinde, kâinat Hâlıkını ve sâhibini arayan dünya seyyahı şöyle söylüyor:
“Bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı ÎMAN olduğunu bilen ve yorulmaz ve tok olmaz yolcu kendi kalbine dedi ki: Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan KUR’ÂN-I MU’CİZ-ÜL BEYÂN nâmındaki kitaba müracaat edip o ne diyor bilelim. Fakat en evvel bu kitab, bizim Hâlıkımızın kitabı olduğunu isbat etmek lâzımdır, diye taharriye başladı.