Bu seyyah bu zamanda bulunduğu münâsebetiyle, en evvel ma’nevî i’caz-ı Kur’âniyenin lem’aları olan RİSÂLE-İ NUR’a baktı ve onun yüz otuz risâleleri âyât-ı Furkaniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri olduğunu gördü ve RİSÂLET-İN NUR bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafta hakâik-i Kur’âniyeyi mücâhidâne neşrettiği halde karşısına kimse çıkamadığından isbat eder ki, onun üstadı ve menba’ı olan KUR’ÂN semâvîdir, beşer kelâmı değildir. Hatta Resail-in Nur’un yüzer hüccetlerinden bir tek hüccet-i Kur’âniye olan “Yirmi Beşinci Söz” ve “On Dokuzuncu Mektub”un âhiri Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu öyle isbat etmiş ki; kim görmüş ise değil tenkid ve i’tirâz belki isbatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok sena etmiş.”
İşte muhterem Hey’et-i Hâkime! Mâdem hakîkat budur. Ben de Üstadım gibi derim: “Mâdem kabir kapısı kapanmıyor ve mâdem gözünü kapayan yalnız kendine gündüzü gece yapar. Ve mâdem Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değildir.”
Biz talebeler RİSÂLE-İ NUR’un Güneş gibi hakîkatlarına karşı gözümüzü kapayamıyoruz...
Hakîkat-ı Kur’âniye Güneşi ise üflemekle sönmez. NURlananlar da NUR yolundan hiç bir beşerî kuvvetle dönmez. Gizli din düşmanlarımız zabıtayı hükümeti, adliyeyi iğfal etmeğe çalışanlar dünyamızı başımıza ateş yapsalar Nurları okuyacağız ve yazacağız. İnşâallah adâlet nâmına hareket edenleri, o müfsidler aldatamayacaklardır. Diğer mahkemelerde hak nâmına adâlet için çalışanların KUR’ÂNIN lemaatı ve tereşşuhatı olan ve beşeri gaflet sersemliğinden îkâz eden RİSÂLE-İ NUR’u serbest bırakmaları gösteriyor ki; zikrettiğim gibi bu asrın Kur’ân dellâlı olan RİSÂLE-İ NUR’a herkesin çok büyük ihtiyacı vardır. Ve RİSÂLE-İ NUR şahsî, süflî, dünyevî menfaatlere âlet olamıyor.