keşf ile ve zevk ile aynı hakîkata imza basıyorlar. Elbette o hakîkat Güneş gibi zâhir olur, şüphe eden divâne olur.
Evet bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir-iki zâtın o fen ve o san’ata âid hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, -hatta başka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar- muhalif fikirlerini hükümden ıskat ettikleri gibi; bir mes’elede, meselâ: Ramazan hilâlini yevm-i şekte isbat etmek ve “Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindî bahçesi rûy-i zemînde var” diye da’va etmekte iki isbat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip da’vayı kazanıyorlar.
Çünkü, isbat, eden yalnız bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse kolayca da’vayı kazanır. Onu nefy ve inkâr eden, bütün rûy-i zemîni aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekle da’vasını isbat edebildiği gibi; Cennet’i ve dâr-ı saadeti ihbar ve isbat eden yalnız bir izini, sinemada gibi keşfen bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle da’vayı kazandığı halde; onu nefy ve inkâr eden bütün kâinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini isbat ile da’vayı kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki; husûsi bir yere bakmayan ve îmanî hakîkatlar gibi umum kâinata bakan nefyler, inkârlar (zâtında muhâl olmamak şartiyle) isbat edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstûr-u esasî kabul etmişler.
İşte bu kat’i hakîkata binâen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle îmanî mes’elelerde birtek muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şüphe hatta vesvese vermemek lâzım iken, yüz yirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdıkın ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakîkat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı îmaniyede, aklı gözüne inmiş,