Nur Çeşmesi | Nurçesmesi | 18
(6-173)

kalbsiz, ma’nevîyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlariyle şüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divânelik olduğunu kıyas ediniz.

Hem mâdem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inâyet-i dâime müşâhede ediyoruz. Ve dehşetli bir saltanat-ı Rubûbiyet ve dikkatli bir adâlet-i âliye ve izzetli icraat-ı Celâliyenin âsârını ve cilvelerini görüyoruz. Hatta bir ağacın meyveleri ve çiçekleri sayısınca o ağaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanın cihâzâtı ve hissiyatı ve kuvveleri adedince ihsanları, in’amları ona bağlamış bir rahmeti ve Kavm-i Nûh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve Semûd ve Fir’avn gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatın hakkını muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir adâlet; ve


âyeti, azametli bir îcaz ile der:

Nasıl ki iki kışlada yatan ve duran muti askerler bir kumandanın çağırmasiyle silâh başına ve vazife başına boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de, bu iki kışlanın misâlinde ve emre itaatında, koca semavât ve Küre-i Arz, Sultan-ı Ezelî’nin askerlerine iki muti’ kışla gibi, ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm’ın borusuyla o kışlalarda ölüm ile yatanlar çağırılsa, derhâl ceset libaslarını giyip dışarı fırlamalarını isbat edip gösteren her baharda arz kışlası içindekiler, melek-i ra’dın borusuyla aynı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan bir saltanat-ı Rubûbiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç şüphe getirmez ki,

Ses Yok