Hem nasıl zemîn bir ordugâh, bir meşher, bir ta’limgâh vaziyetiyle.. ve nebâtât ve hayvânât fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihâzâtları muntazaman verilmesiyle, senin Rubûbiyetinin haşmetine ve kudretinin herşeye yetişmesine delâlet eder; öyle de: Hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine kuru ve basit bir topraktan, rahîmane, kerîmane verilmesi ve hadsiz o efradın kemâl-i müsahhariyetle evâmir-i Rabbânîyeye itaatleri, rahmetinin herşeye şümûlünü ve hâkimiyetinin herşeye ihâtasını gösteriyor.
Hem zemînde değişmekte bulunan mahlûkat kafilelerinin sevk ve idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebâtâtın idare ve tedbirleri dahi, herşey’e taalluk eden bir ilim ile ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihâta-i ilmine ve hikmetine delâlet eder.
Hem zemînde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi isti’dâd ve ma’nevî cihâzât ile techiz edilen ve zemîn mevcûdâtına tasarruf eden insan için, bu ta’limgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zemînde ve bu muvakkat meşherde; bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı rubûbiyet, bu hadsiz hitabat-ı Sübhaniyye ve bu gâyetsiz ihsanât-ı İlâhîye; elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fâni dünyaya sığışmaz. Belki ancak başka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsanât-ı uhreviyeye işâret, belki şehâdet eder.