İşte denizlerin böyle gâyet hârika bir tarzda arzın etrafında vaziyet-i acibesiyle bulunması ve denizlerin mahlûkatı dahi, gâyet muntazam idare ve terbiye edilmesi bilbedahe gösterir ki; yalnız senin kuvvetin ve kudretin ile ve senin irâde ve tedbirin ile, senin mülkünde, senin emrine müsahhardırlar. Ve lîsan-ı halleriyle Hâlıkını takdis edip “Allahu Ekber” derler.
Ey dağları zemîn sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelâl! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ta’limiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin dersiyle anladım ki, nasıl denizler acâibleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.. öyle de: Dağlar dahi, zelzele te’siratından zemînin sükûnetine ve içindeki dâhilî inkılâbat fırtınalarından sükûtuna; ve denizlerin istilasından kurtulmasına; ve havanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarına ve zîhayatlara lâzım olan mâdenlerin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hikmetleriyle seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar.
Evet, dağlardaki taşların enva’ından ve muhtelif hastalıklara ilâç olan maddelerin aksamından ve zîhayata, husûsan insanlara çok lâzım ve çok mütenevvi olan mâdeniyatın ecnasından ve dağları, sahraları çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle şenlendiren nebâtâtın esnafından hiçbirisi yoktur ki; tesâdüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamiyle, hüsn-ü hilkatiyle, fâideleriyle, husûsan mâdeniyatın tuz, limontuzu, sulfato ve şap gibi sûreten birbirine benzemekle beraber, tadlarının şiddet-i muhalefetiyle.. ve bilhassa nebâtâtın basit bir topraktan çeşit çeşit enva’lariyle, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr, nihayetsiz Hakîm, nihayetsiz Rahîm ve Kerîm bir Sâniin vücub-u vücûduna bedahetle şehâdet ettikleri gibi, hey’et-i mecmûasındaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe’ ve mesken ve hilkat ve san’atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk noktalarından, o Sâniin vahdetine ve ehadiyetine şehâdet ederler.