Sözler | Onuncu Söz | 58
(48-119)

İşte gel bak! Şu uzaktaki görünen cemâat-ı azîme içinde, evvel adada gördüğümüz büyük nişan sahibi Yâver-i Ekrem bir tebliğatta bulunuyor. Gidelim, dinleyelim. Bak, o parlak Yâver-i Ekrem, bak o yüksekte ta’lik edilmiş Ferman-ı A’zamı ahaliye bildiriyor ve diyor ki: “Hazırlanınız; başka, daimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir. Pâdişahımızın makarr-ı saltanatına gidip merhametine, ihsanlarına mazhar olacaksınız. Eğer güzelce bu fermanı dinleyip itaat etseniz... Yoksa isyan edip dinlemezseniz, müthiş zindanlara atılacaksınız.” gibi tebliğatta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki: O Ferman-ı A’zamda öyle i’câzkâr bir turra var ki, hiçbir veçhile kabil-i taklit değil. Senin gibi sersemlerden başka herkes; o ferman, pâdişahın fermanı olduğunu kat’î bilir ve o parlak Yâver-i Ekrem’de öyle nişanlar var ki, senin gibi körlerden başka herkes O Zâtı, pâdişahın pek doğru tercümân-ı evâmiri olduğunu yakînen anlar.

Acaba o Yâver-i Ekrem o Ferman-ı A’zamla beraber bütün kuvvetiyle dâva edip tebliğ ettikleri şu tebdil-i memleket mes’elesi, hiç kabil midir ki; îtiraz kabûl etsin. Evet kabil değil! İllâ ki, bütün bu gördüğümüz her şey’i inkâr edesin...

Şimdi ey arkadaş! Söz senindir, söyle. Ne diyorsan de!

- Ben ne diyeceğim, daha buna karşı bir şey denebilir mi? Gündüz ortasında güneşe karşı söz söylenir mi? Yalnız derim ki: “Elhamdülillâh. Yüzbin defa şükür olsun ki; vehim ve heva tahakkümünden, nefis ve heves esaretinden kurtulup, daimî hapis ve zindandan halâs oldum ve inandım ki; bu karmakarışık, kararsız misafirhanelerden başka ve kurb-u şahanede bir diyar-ı saadet vardır; biz de ona namzediz.

İşte, Haşir ve Âhiretten kinaye ve ibaret olan şu hikâye-i temsiliyye burada tamam oldu. Şimdi Tevfik-ı İlâhî ile hakîkat-ı ulyâya geçeceğiz. Geçmiş “Oniki Sûret”e mukabil “Oniki Mütesanid Hakîkat” ile bir “Mukaddime” beyân edeceğiz.

Səs yoxdur