Sözler | Onuncu Söz | 60
(48-119)

Bâhusus o saray içinde sinema perdeleri gibi her saatte hakikî menziller teşkil edilip, kemâl-i intizâmla elbise değiştirdiği gibi değiştiriyor. Hattâ herbir hakikî perde içinde, müteaddit küçük küçük menziller icadediliyor. Öyle de şu kâinat nihayetsiz hakîm, alîm, kadîr bir sâni’ ister. Çünki: Şu muhteşem kâinat öyle bir saraydır ki; Ay, Güneş lâmbaları; yıldızlar, mumları; zaman, bir ip, bir şerittir ki, o Sâni’-i Zülcelâl her sene bir başka âlemi ona takıp, gösteriyor. O taktığı âlemin içinde üçyüzaltmış tarzda muntâzam sûretlerini tecdîd ediyor. Kemâl-i intizâmla ve hikmetle değiştiriyor. Yeryüzünü bir sofra-i ni’met yapmış ki, her bahar mevsiminde, üçyüzbin enva’-ı masnûatıyla tezyin ediyor. Had ve hesaba gelmez enva-ı ihsanatıyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilât içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor. Başka cihetleri buna kıyas et... Nasıl, böyle bir sarayın Sâni’inden gaflet edilebilir?

Hem nasılki bulutsuz, gündüz ortasında, Güneşin deniz yüzünde bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve kar’ın bütün parçalarında cilvesi göründüğü ve aksi müşahede edildiği halde Güneşi inkâr etmek, ne derece acib bir divânelik hezeyanıdır. Çünki; o vakit birtek Güneşi inkâr ve kabûl etmemekle; katarat sayısınca, kabarcıklar mikdarınca, parçalar adedince, hakikî ve bil’asâle güneşcikleri kabûl etmek lâzımgeliyor. Her zerrecikte (ki ancak bir zerre sıkışabildiği halde) koca bir Güneşin hakîkatını içinde kabûl etmek lâzım geldiği gibi, aynen öyle de: Şu sıravâri içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntâzam kâinatı görüp, Hâlîk-ı Zülcelâl’i evsaf-ı kemâliyle tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalâlet divaneliğidir, bir mecnunluk hezeyanıdır. Zira herşeyde, hattâ herbir zerrede bir Ulûhiyyet-i Mutlaka kabûl etmek lâzımdır. Çünki; meselâ: Havanın herbir zerresi; herbir çiçek ile herbir meyveye, herbir yaprağa girer ve işleyebilir. İşte şu zerre, eğer memur olmazsa, bütün girebildiği ve işlediği masnuların tarz-ı teşkilâtını ve sûretlerini ve heyetlerini bilmek lâzımdır. Tâ içinde işleyebilsin. Demek, muhit bir ilim ve kudrete mâlik olmalı ki, böyle yapsın.

Meselâ, toprakta herbir zerresi kabildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve menşe olsun. Eğer memur olmazsa, lâzım geliyor ki: Otlar ve ağaçlar adedince ma’nevî cihazât ve makineleri tazammun etsin. Veyahut, onların bütün tarz-ı teşkilatını bilir, yapar, bütün onlara giydirilen sûretleri tanır, dikebilir bir san’at ve kudret vermek lâzımgelir. Daha sâir mevcûdâtı da kıyas et. Tâ anlayacaksın ki: Her şey’de âşîkâre, Vahdâniyyetin çok delilleri var.

Səs yoxdur