Sözler | Otuzİkinci Söz | 636
(590-652)

Hem der: “Ey insân! Sen kendine mâlik değilsin. Sen, kudreti nihayetsiz bir Kadîr, rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelâl’in memlûküsün. Öyle ise sen, kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünki, hayatı veren O’dur, idare eden de O’dur. Hem dünya sahibsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvalini düşünüp merak etme; çünki onun sahibi Hakîm’dir. Alîm’dir. Sen de misafirsin; fuzulî olarak karışma, karıştırma. Hem insânlar, hayvanlar gibi mevcûdât, başı boş değiller; belki vazifedâr memurdurlar. Bir Hakîm-i Rahîm’in nazarındadırlar. Onların âlâm ve meşakkatlerini düşünüp, ruhuna elem çektirme. Ve onların Hâlık-ı Rahîm’inin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme. Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakîm’in elindedirler. O Hakîm’dir, abes iş yapmaz. Rahîm’dir, rahîmiyyeti çoktur. Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.”

Hem der: “Şu âlem, çendan fânidir; fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveler veriyor, bâki bir zâtın bâki Esmâsının cilvelerini gösteriyor. Ve çendan lezzetleri az, elemleri çoktur; fakat Rahmân-ı Rahîm’in iltifatatı, zevalsiz hakikî lezzetlerdir. Elemler ise: sevab cihetiyle ma’nevî lezzet yetiştiriyor. Mâdem meşru daire; ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine, safalarına, keyiflerine kâfidir. Gayr-ı meşru daireye girme. Çünki, o dairedeki bir lezzetin bâzan bin elemi var. Hem hakikî ve daimî lezzet olan iltifatat-ı Rahmâniyyeyi kaybetmeğe sebeptir.” Hem dalaletin yolunda sâbıkan beyân edildiği gibi esfel-i sâfilîne insânı öyle bir sukut ettiriyor ki: Hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin zulümat kuyusundan hiçbir terakkiyat-ı beşeriyye, hiçbir kemâlât-ı fenniyye, insânı çıkaramadığı halde, Kur’an-ı Hakîm, îmân ve amel-i sâlih ile o esfel-i sâfilîne sukuttan insânı a’lâ-yı illiyyîne çıkarır ve delâil-i kat’iyye ile çıkarmasını isbat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyat-ı ma’nevîyyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyyenin cihazâtıyla dolduruyor.

Hem beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshil eder ve kolaylaştırır. Bin, belki ellibin senelik mesâfeyi bir günde kestirecek vesaiti gösterir.

Hem Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl’i tanıttırmakla, insânı ona bir memur abd ve bir vazifedâr misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem berzahî ve uhrevî menzillerde kemâl-i rahatla seyahatini temin eder.

Səs yoxdur