O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hatta harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları; umumunun, her vakit ma’nidarane mahv ve isbatları ve hakîmane tağyir ve tahvilleri; icma’ ile, bir Alîm-i Küll-i Şey’in ve bir Kadîr-i Küll-i Şey’in ve bir musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münâsebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâl’in ve bir Kâtib-i Zülkemâl’in vücûdunu ve mevcûdiyetini bilbedahe ifade ettikleri gibi; bütün erkân ve enva’iyle ve ecza ve cüz’iyatiyle ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve vâridat ve masarıfatiyle ve onlarda maslahatkârane tebdilleriyle ve hikmet-perverane tecdidleriyle, bil’ittifak hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âlî bir ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcûdiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münâsib iki büyük ve geniş hakîkatın şehâdetleri, kâinatın bu büyük şehâdetini isbat ediyorlar.
Birinci Hakîkat: Usûlü’d-Din ve İlm-i Kelâm’ın dâhî ulemâsının ve hükema-i İslâmiyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlarla isbat ettikleri “hudûs” ve “imkân” hakîkatlarıdır.
Onlar demişler ki: “Mâdem, âlemde ve herşeyde tegayyür ve tebeddül var; elbette fânidir, hâdistir, kadim olamaz. Mâdem hâdistir, elbette onu ihdas eden bir Sâni’ var. Ve mâdem herşeyin zâtında vücûdî ve ademi, bir sebeb bulunmazsa müsâvîdir; elbette vâcib ve ezelî olamaz. Ve mâdem muhâl ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini îcad etmek mümkün olmadığı kat’i bürhanlarla isbat edilmiş; elbette öyle bir Vâcibü’l-Vücûd’un mevcûdiyeti lâzımdır ki: Naziri mümteni’, misli muhâl ve bütün mâadâsı mümkün ve masivası mahlûku olacak.”
Evet hudûs hakîkatı, kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu göz görüyor, diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü: Gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefat eder ki; herbirisinin hadsiz efradı bulunan ve herbiri zîhayat bir kâinat hükmünde olan yüz bin nev’i nebâtât ve küçücük hayvânât, o âlem ile, beraber vefat ederler. Fakat o kadar intizam ile bir vefattır ki; haşir ve neşirlerine medâr olan ve rahmet ve hikmetin mu’cizeleri, kudret ve ilmin hârikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a’mallerini ve gördükleri vazifelerin proğramlarını onların ellerine vererek,