Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet sûretinde îcad ediyor. Halbuki maddeten farkları pek az olan tohumcuklar o kadar karışmışken, kemâl-i imtiyaz ve teşhis ile o kadar sür’at ve vüs’at ve suhûlet içinde kemâl-i intizam ve mîzan ile altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor. Hiç kabil midir ki: Bu işleri yapan Zât’a bir şey ağır gelebilsin, semavât ve arzı altı günde halkedemesin, insanı bir sayha ile haşredemesin! Hâşâ!
Acaba: Mu’ciznümâ bir kâtib bulunsa, harfleri ya bozulmuş veya mahvolmuş üç yüz bin kitabı tek bir sahifede karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gâyet güzel bir sûrette bir saatte yazarsa; birisi sana dese: Şu kâtip kendi te’lif ettiği senin suya düşmüş olan kitabını, yeniden bir dakika zarfında hâfızasından yazacak. Sen diyebilir misin ki: Yapamaz ve inanmam...
Veyahut bir Sultân-ı mu’cizekâr, kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh için bir işâretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil eder, denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde sonra; görsen ki: Büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o Zât’ın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese: O zât, bir işâretle o taşı, ne kadar büyük olursa olsun kaldıracak veya dağıtacak. Misafirlerini yolda bırakmayacak. Sen desen ki: Kaldırmaz veya kaldıramaz...
Veyahut, bir zât bir günde, yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde biri dese: O zât, bir boru sesiyle, efradı istirahat için dağılmış olan taburları toplar. Taburlar, nizamı altına girerler. Sen desen ki: İnanmam! Ne kadar divânece hareket ettiğini anlarsın...
İşte şu üç temsili fehmettin ise, bak: Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i Ârzın sahifesinde üç yüz binden ziyâde enva’ı, Kudret ve Kader kalemiyle ahsen-i sûret üzere yazar. Birbiri içinde birbirine karışmaz; beraber yazar, birbirine mani olmaz. Teşkilce, sûretce birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz. Evet, en büyük bir ağacın ruh proğramını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve Küre-i Arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr; âhirete giden misafirlerinin yolunda, nasıl bu Arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi?