Bediüzzaman, Van’da bulunduğu zamanlarda, vali Tahir Paşa ile ba’zı gazetelerden havadis okurdu. Bilhassa İslâmiyeti alâkadar eden hususlara dikkat ederdi. Van’daki ikâmeti esnasında, Alem-i İslâmın vaziyetini bir derece öğrenmiş bulunuyordu. Bir gün Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:
İngiliz Meclis-i Meb’usanında Müstemlekât Nâzırı, elinde Kur’ân-ı Kerîmi göstererek söylediği bir nutukta:
“Bu Kur’ân, İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ânı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ândan soğutmalıyız,” diye hitabede bulunmuş.
İşte bu müthiş haber, onda târifin fevkinde bir te’sir uyandırmıştı. İsti’dâdı şimşek gibi alevli, duyguları ve bütün letâifi uyanık ve ilim, irfan, ihlâs, cesaret ve şecaat gibi hârika inâyet ve seciyelere mazhar olan Bediüzzaman’ın, bu havadis üzerine: “Kur’ânın sönmez ve söndürülmez ma’nevî bir Güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” diye kuvvetli bir niyet rûhunda uyanır ve bu sâikle çalışır. (Hâşiye).
Hâşiye: Said Nursî, altmış beş sene evvel Van’da Vali Tahir Paşanın yanında iken okuduğu bir gazetede, İngiliz Müstemlekât Nazırının İngiliz Meclis-i Mebusanında elinde Kur’ânı göstererek: “Bu Kur’ân, müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakîki hâkim olamayız. Ya Kur’ânı ortadan kaldırmalıyız, veya onları Kur’ândan soğutmalıyız” sözü üzerine, ruhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanır. Kur’ânın bir mu’cize olduğunu isbat ederek her tarafa neşretmek ve kâfirleri tam susturmak ister; buna kat’î karar verir. Van’da bulunduğu on beş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyâde kitabı ezbere devrettiği gibi, Alem-i İslâmın hâl-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü ma’lûmatı elde eder.
Nazirsiz bir allâme olan Bediüzzaman, daha genç yaşında görünen müstesna zekâ ve ilminden de anlaşıldığı gibi, sâir emsâlleri fevkinde kendisine ayrıca hikmet-i Kur’âniye tâlim edilmişti. Kendisi, asr-ı hâzırın ihtiyacını karşılayacak, zamanın ilmî ve edebî seviyesinin fevkinde bütün dünyaya Kur’ân’ın mu’cize olduğunu isbat ve herkesi ikna edebilecek bir kâbiliyet, metânet, emel ve fedakârlık taşıyordu.
Bir buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi bir ağacın zuhuru, Kudret-i İlâhîyeyi açıkça gösterdiği gibi; maddî hiçbir kuvvete sahip olmayan, bilakis mazlum ve bir nevi elleri kolları bağlı bir vaziyette Bediüzzaman’ın çekirdek-misâl hayatı ve hizmetiyle tarihin en dehşetli bir devrinde hem Anadolu, hem âlem-i islâm, hem dünyanın ekserisine de maddeten te’sir edecek ve zihniyetlerini değiştirecek ma’nevî küllî ve cihanşümûl bir inkişâfın zuhuru; aynen bir kudret-i mutlaka ve istihdam-ı İlâhî ve sevk-i Rabbânî ile olduğu akla ve kalbe görünmektedir.