Üstadım başkalarında nâdiren bulunan mümtaz hasletlerin zâhirî tavrının pek fevkınde bir vaziyet gösteriyor. Zâhir hâle bakılsa; ilm-i hâli bilmiyor gibi görünür, birden bakarsın bir derya kesiliyor. Me’zun olduğu miktarı, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan istifadesi olmadığı vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. “Bende nur yok, kıymet yok” der. Bu hasleti de tam tevazu’dur, ve
Hadîsiyle, tam âmil olmasıdır.
İşte; bu haslet icabatındandır ki, bizim gibi talebelerinden ba’zı mesâil-i ilmiyede muhalefet bulunsa, onların sözlerini içinde arar; hak bulduğu vakit kemâl-i tevâzu’ ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder. “Mâşâallah, siz benden daha iyi bildiniz. Allah râzı olsun.” der. Hak ve hakîkatı, nefsin gurur ve enâniyetine dâima tercih eder. Hatta ben ba’zı mes’elelerde muhalefet ediyordum. Bana karşı gâyet mültefit, memnunâne bir tavır alır; eğer yanlış yapsam, güzelce damarıma dokunmayarak beni îkaz eder. Eğer güzel birşey söylemiş isem, çok memnun olur.
Üstadım; bilhassa hikmet-i hakîkiye fenninde, yâni hikmet-i şeriat ve İslâmiyet noktasında pek hârikadır ve hikmet-i beşeriyede dahi çok ileridir. Hatta o ilimde Eflâtun ve İbn-i Sînâ’yı geçmiş diyebilirim. Bundan on üç sene evvel; Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâsından iken, küçüktenberi, şimdiye kadar izn-i İlâhî ile onun bir muîni ve nâsırı ve muhafızı olan kutb-u Rabbânî ve kandil-i nurânî Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) Hazretlerinin “Fütûhu’l-Gayb” risâlesini tefe’ülen açtığı esnâda,
ibâresi çıktı. O ibâre, onun hakkında pek ma’nidar olarak, Eski Saidi (R.A.) Yeni Saide (R.A.) çevirmesine sebebiyet vermiştir. Eski Said olduğu zamanlarda, İngilizlerin dinî suallerine gâyet lâtif ve müskit bir cevab vermiştir. Ve İlm-i Mantıkta, İbn-i Sinâ’nın te’lifatını geçecek “Tâlikat” nâmında hârika bir risâlesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi “Kıyâs-ı İstikrâî” cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihâta göstermiş.