Tarihçe-i Hayat | Üçüncü Kısım - Eskişehir Hayatı | 234
(215-280)

Sâlisen: Eğer kabir kapısı kapansaydı ve insan dünyada lâyemût kalsaydı, o vakit vazîfeler yalnız askerî ve idarî ve resmî olurdu. Mâdem her gün lâakal otuz bin şahid, cenazeleriyle


dâvâsını imza ediyorlar; elbette dünyaya âid vazîfelerden daha ehemmiyetli îmanî vazîfeler var. İşte Risâle-i Nur o vazîfeleri Kur’ânın emriyle ifa ediyor. Mâdem Risâle-i Nurun âmiri hâkimi kumandanı olan Kur’ân, kumandası üç yüz elli milyona hükmedip talimat yaptırıyor; ve her gün lâakal beş def’a, beşten dördünün ellerini dergâh-ı İlâhîyyeye açtırıyor; ve bütün camilerde ve cemaatlerde, namazlarda, kudsî, semavî fermanlarını hürmetle okutturuyor; elbette onun hakîki tefsiri ve o güneşin bir nuru ve onun bir me’muru olan Risâle-i Nur, o vazîfe-i îmaniyesini, biiznillâh, sadmelere uğratmayarak görecektir. Öyle ise; ehl-i dünya ve ehl-i siyaset, onunla mübareze değil, belki ondan istifade etmeye pek çok muhtaçtırlar. Evet, şu tılsım-ı kâinatın muğlâkını keşfeden ve mevcudatın nereden nereye ve ne olacaklarının tılsımını açan Risâle-i Nur’un eczalarından Yirmi Dokuzuncu Söz; ve tahavvülât-ı zerratın muammasını keşfeden Otuzuncu Söz; ve kâinatta mütemadiyen fena ve zeval içindeki faaliyet ve hallâkıyet-i umûmîye tılsım-ı acîbini hâl ve keşfeden Yirmi Dördüncü Mektub; ve tevhidin en derin ve en mühim muammasını keşf ve hâl ve îzah eden, ve haşr-ı beşerî, bir sinek ihyası kadar kolay olduğunu isbat eden Yirminci Mektub; ve tabiat-perestlerin fikr-i küfürlerini esasiyle bozan ve tahrip eden “Tabiat Risâlesi” nâmındaki “Yirmi Üçüncü Lem’a” gibi Risâle-i Nur’un çok cüzleri var. Bunların yalnız birisindeki muammayı keşfeden bir âlim, bir edip, bir profesör, hangi hükümette olsa, takdirle mükâfat ve ikramiye verileceğini, bu risâleleri, dikkatle mütalâa eden tasdik eyler.

Bu beyânatıma, sadetten hariç tafsilât nazariyle bakmamak gerektir. Çünkü; Risâle-i Nur’un yüzden ziyâde risâleleri benim evrak-ı tevkifiyem hükmüne geçmiş olduğundan, hem hey’et-i hâkime tetkik ile mükelleftir, hem ben, îzah ve cevap vermeye, Kur’âna ve Âlem-i İslâma ve istikbale alâkadarlığı cihetiyle mecbûrum. Mâdem bir mes’elenin tam tenevvürü, herhalde uzak ve yakın bütün ihtimalleri beyân etmekle olur. Mes’elemize âid uzak bir ihtimali beyân etmeye ihtiyaç var. Şöyle ki:

Dinle
-