Fakat ilim îtibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için, şer’an hizmete mükellef olduğumdan hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimâîye ve dünyeviyeye âid olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan îmana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakâik-ı îmaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim ma’nevî ilâçları, sâir insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum. Belki Cenâb-ı Hak bu hizmeti kabûl eder ve eski günahıma keffaret yapar. Bu hizmete karşı şeytan-ı racîmden başka hiç kimsenin, -mü’min olsun kâfir olsun, sıddîk olsun zındık olsun- karşı gelmeye hakkı yoktur. Çünkü îmansızlık başka şeylere benzemiyor. Zulümde, fıskda, kebâirde birer menhus lezzet-i şeytaniye bulunabilir. Fakat îmansızlıkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir; zulmet içinde zulmettir; azâb içinde azabdır. İşte böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve îman gibi kudsî bir nûra hizmeti bırakmak, ihtiyarlık zamanında lüzumsuz tehlikeli siyaset oyuncaklarına atılmak, benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına keffaret aramağa mecbûr bir adamda ne kadar hilâf-ı akıldır, ne kadar hilâf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir divaneler de anlayabilirler.
Amma Kur’ân ve îmanın hizmeti ne için beni men’ediyor dersen; Ben de derim ki : Hakâik-ı îmaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından “acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara, âdi şişeler nazariyle bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. İşte ey ehl-i dünya! Neden benim ile uğraşıyorsunuz? Beni kendi hâlimde bırakmıyorsunuz?
Eğer derseniz: Şeyhler ba’zan işimize karışıyorlar. Sana da ba’zan şeyh derler!...
Ben de derim: Hey efendiler! Ben şeyh değilim.. ben hocayım... Buna delil, dört senedir buradayım; bir tek adama tarîkat verseydim şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: Îman lâzım, İslâmiyet lâzım, tarîkat zamanı değil.