On beşinden yukarı olanlar, eğer ma’sûm ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünkü, âhirzamanda mâdem fetret derecesinde din ve Dîn-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâma bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve mâdem âhir zamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakîkisi hükmedecek, İslâmiyet’le omuz omuza gelecek, elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan Hazret-i İsa’ya mensub Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâket, onlar hakkında bir nevi şehâdettir denilebilir. Husûsan ihtiyarlar ve musîbet-zedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musîbet çekiyorlar; elbette o musîbet, onlar hakkında medeniyetin sefâhetinden ve küfrânından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber yüz derece onlara kârdır, diye hakîkattan haber aldım. Cenâb-ı Erhamürrâhimîne hadsiz şükrettim ve o elîm elemden ve şefkatten teselli buldum.
Eğer o felâketi gören, zâlimler ise ve beşerin perîşaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbânîye’dir.
Eğer o felâketi çekenler; mazlumların imdâdına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasât-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise elbette o fedakârlığın ma’nevî ve uhrevî neticesi o kadar büyükdür, o musîbeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.
SAİD NURSÎ
Aziz Sıddık Mübârek Kardeşlerim,
Üç gün evvel, aynen, nurlu hediyeniz Kastamonuya geleceği anda, ru’yada görüyordum ki:
Terfi-i makam ve rütbe için bizlere ferman-ı şâhâne, ma’nevî bir canibden geliyor. Kemâl-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyorlar.