Evet, bütün zîruh mahlûkatını konuşturan ve konuşmalarını bilen, elbette kendisi dahi o konuşmalara konuşmasiyle müdahale etmesi, Rubûbiyyetin muktezasıdır.
İkincisi: Kendini tanıttırmak için kâinatı bu kadar hadsiz masraflarla baştan başa hârikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemâlâtını söylettiren, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttıracak.
Üçüncüsü: Mevcûdâtın en müntehabı ve en muhtacı ve en nazenini ve en müştakı olan hakîki insanların münâcâtlarına ve şükürlerine fiilen mukabele ettiği gibi, kelâmiyle de mukabele etmek, Hâlıkıyetin şe’nidir.
Dördüncüsü: İlim ile hayatın zarurî bir lâzımı ve ışıklı bir tezahürü olan mükâleme sıfatı, elbette ihâtalı bir ilmi ve sermedî bir hayatı taşıyan zâtta, ihâtalı ve sermedî bir sûrette bulunur.
Beşincisi: En sevimli ve muhabbetli ve endişeli ve nokta-i istinâda en muhtaç ve sâhibini ve mâlikini bulmağa en müştak; hem fakir ve âciz bulunan mahlûklarına acz ve iştiyakı, fakr ve ihtiyacı ve endişe-i istikbali ve muhabbeti ve perestişi veren bir zât, elbette kendi vücûdunu onlara tekellümiyle iş’ar etmek, ulûhiyyetin muktezasıdır. İşte; tenezzül-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî ve mukabele-i Rahmanî ve mükâleme-i Sübhânî ve iş’ar-ı Samedânî hakîkatlarını tazammun eden umûmî, semavî vahiylerin, icmalen, Vâcibül-Vücûd’un vücûduna ve vahdetine delâletleri öyle bir hüccettir ki; gündüzdeki Güneşin şuaatının, Güneşe şehâdetinden daha kuvvetlidir diye anladı.
Sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki: Sâdık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükaleme-i Rabbânîyedir, fakat iki fark vardır.
Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melâike vasıtasiyle ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır. Meselâ:
Nasılki bir pâdişâhın iki sûretle konuşması ve emirleri var. Birisi, Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umûmîye haysiyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, ba’zan, vasıta ile beraber bir içtima yapar, sonra ferman tebliğ edilir.