Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 374
(281-398)

          Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve on sekiz adet mertebelerden çıkan ve arş-ı hakîkate yetişen bir mi’rac-ı îmanî ile gâibane mârifetten hâzırane ve muhatabâne bir makama terakki eden meraklı ve müştak yolcu adam kendi ruhuna dedi ki: Fatiha-i Şerifede, başından tâ  kelimesine kadar gâibane medh ü sena ile bir huzur gelip   hitabına çıkılması gibi, biz dahi doğrudan doğruya gâibane aramayı bırakıp, aradığımızı aradığımızdan sormalıyız;

herşey’i gösteren Güneşi, Güneşten sormak gerektir. Evet, herşey’i gösteren, kendini herşeyden ziyâde gösterir. Öyle ise, şemsin şuaatı ile onu görmek ve tanımak gibi, Hâlıkımızın esmâ-i hüsnâsiyle ve sıfât-ı kudsiyesiyle O’nu, kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.

Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolun hadsiz mertebelerinden iki mertebeyi ve o iki mertebenin pek çok hakîkatlarından ve pek çok uzun tafsilâtından yalnız iki hakîkatı icmâl ve ihtisar ile bu risâlede beyân edeceğiz.

Birinci Hakîkat: Bilmüşahede gözümüzle görünen ve muhit ve dâimî ve muntazam ve dehşetli ve semavî ve arzî olan bütün mevcûdâtı çeviren ve tebdil ve tecdid eden ve kâinatı kaplıyan faaliyet-i müstevliye hakîkatı görünmesi ve o her cihetle hikmetmedâr faaliyet hakîkatinin içinde tezahür-ü Rubûbiyet hakîkatinin bilbedâhe hissedilmesi ve o her cihetle rahmet-feşan tezahür-ü Rubûbiyet hakîkatinin içinde tebarüz-ü Ulûhiyet hakîkatı bizzarure bilinmiş olmasıdır.

İşte, bu hâkîmane ve hakîmane faaliyet-i dâimeden ve perdesinin arkasında bir Fâil-i Kadîr ve Alîmin ef’âli görünür gibi hissedilir. Ve bu mürebbiyâne ve müdebbirâne ef’al-i Rabbânîyeden ve perdesinin arkasından herşeyde cilveleri bulunan esmâ-i İlâhîye hissedilir derecesinde bedahetle bilinir. Ve bu celâldârâne ve cemâlperverâne cilvelenen esmâ-i hüsnâdan ve perdesinin arkasında sıfât-ı seb’a-i kudsiyenin ilmelyakîn, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde vücûdları ve tahakkukları anlaşılır. Ve bu yedi kudsî sıfâtın dahi bütün masnuatın şehâdetiyle; hem hayatdarâne, hem kadîrâne, hem alîmane, hem semîâne, hem basîrâne, hem mürîdâne, hem mütekellimâne nihayetsiz bir sûrette tecellileri ile bilbedahe ve bizzarure ve biilmelyakîn bir mevsuf-u Vâcibül-Vücûd’un ve bir müsemma-i Vâhid-i Ehadin ve bir fâil-i Ferd-i Samed’in mevcûdiyeti Güneşten daha zâhir, daha parlak bir tarzda, kalbdeki îman gözüne görünür gibi kat’i bilinir. Çünkü: Güzel ve ma’nidar bir kitap ve muntazam bir hâne, bedahetle, yazmak ve yapmak fiillerini ve güzel yazmak ve intizamlı yapmak fiilleri dahi, bedahetle, yazıcı ve dülger namlarını; yazıcı ve dülger ünvanları ise,

Dinle
-