Ankara ve Denizli Mahkemesindeki nazar-ı tedkikte kaldıkları halde; o mahkemeler, ittifakla, cem’iyyetçilik ve tarikatçılık vesâir bahâneleri cihetinde beraat kararı verip; o kitap ve mektubları aynen sâhiblerine iade ve Said’i, arkadaşlariyle beraber beraat ettirdikleri halde; bir siyasî cem’iyyet nazariyle ve entrikacı bir siyasi adam tarzında Onu ittiham etmek ve adliye me’murlarını onun aleyhinde cem’iyyetçilik noktasında sevketmek, ne kadar kanunsuz olduğunu insaniyeti sukut etmiyen bilir.
Beşincisi: Bir adam ki, hakîki meslek ve meşrep ittihaz ettiği yirmi-otuz senelik hayatında düstûr kabul ettiği bir halin zıddiyle onu itham etmek nev’inden, kanunsuz ve keyfî bu taarruz hadisesinin mâhiyeti şudur ki: Ben, Risâle-i Nur mesleğinin esası olan şefkat itibariyle, bir ma’sûma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere değil ilişmek, hatta bedduâ da edemiyorum. Hatta en şiddetli ve garazla bana zulmeden ba’zı fâsık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde; değil maddî, belki bedduâ ile de mukabeleden beni o şefkat men’ediyor. Çünkü o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçârelere, veya evlâdı gibi ma’sûmlara maddî ve ma’nevî darbe gelmemek için, o dört beş ma’sûmun hatırına binâen o zâlim gaddara ilişmiyorum; ba’zan da helâl ediyorum.
İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki, idare ve âsâyişe kat’iyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma da o derece tavsiye etmişim ki, üç vilâyetin insaflı zâbıtalarının bir kısmı îtiraf etmişler ki: “Bu Nur Şâkirdleri ma’nevî bir zâbıtadır, idare ve âsâyişi muhafaza ediyorlar” dedikleri ve bu hakîkata binler şâhid ve yirmi sene hayatiyle tasdik ve binler şâkirdlerin de zâbıtaca hiç bir vukuat kaydetmemesi ile tasdik ve te’yid ettikleri halde; o biçâre adamın, ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız adamlar ona ihânet etmek ve menzilinde bir şey bulunmamakla beraber; yüz cinâyeti bulunan bir adam gibi, hatta Kur’ânı ve başındaki levhalarını evrâk-ı muzırra gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun müsaade eder?
Altıncısı: Bundan otuz sene evvel, Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle, dünyanın muvakkat şan ü şerefinin ve enâniyetli hodfuruşluk ve şöhretperestliğin ne kadar zararlı ve ne kadar faidesiz ve ma’nasız olduğunu -hadsiz şükrolsun ki- Kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adam; o zamandan beri bütün kuvvetiyle nefs-i emmâresiyle mücadele edip, mahviyetle benliğini bırakmak ve tasannu ve riyakârlık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına,