İşte ihtiyarlığımın sergüzeştliğinden gelen ağrılara ve me’yusiyetlere, îmandan ve Kur’ândan imdada yetişen kudsî teselliler ile bu ihtiyarlığımın en sıkıntılı bir senesini, gençliğimin en ferahlı on senesine değiştirmem. Husûsan, hapiste farz namazını kılan ve tevbe edenin herbir saati, on saat ibâdet hükmüne geçmesiyle ve hastalıkta ve mazlûmiyette dahi herbir fâni gün, sevap cihetinde on gün bâki bir ömrü kazandırmasiyle, benim gibi kabir kapısında nöbetini bekliyen bir adama ne kadar medâr-ı şükrandır, o ma’nevî ihtardan bildim; “Hadsiz şükür Rabbime” dedim; ihtiyarlığıma sevindim ve hapsime razı oldum. Çünkü: Ömür durmuyor, çabuk gidiyor. Lezzetle, ferahla gitse, lezzetin zevali elem olmasından, hem teessüf, hem şükürsüzlükle, gafletle, bazı günahları yerinde bırakır, fâni olur gider. Eğer hapis ve zahmetli gitse, zeval-i elem bir ma’nevî lezzet olmasından, hem bir nevi ibâdet sayıldığından, bir cihette bâki kalır ve hayırlı meyveleriyle bâki bir ömrü kazandırır. Geçmiş günahlara ve hapse sebebiyet veren hatalara keffaret olur, onları temizler. Bu nokta-i nazardan, mahpuslardan farzı kılanlar, sabır içinde şükür etmelidirler.