Siracınnûr | Yirmibeşinci Lema | 42
(21-44)

Hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel sâfi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i îmanın en büyük bir medâr-ı saâdeti olduğunu şu âyet-i kerime cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor...

İkinci Nokta: Bir zaman, bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçâre mahbus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatını te’min edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki: “Şu çocuk çendan senin evlâdındır, fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar; “Benim medâr-ı tesellim olan evlâdımı vermiyeceğim” der. Ona arkadaşları der ki : “ Senin teessüratın ma’nasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şüpheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünkü pâdişâhın merhametini celbe sebeb olur, sana şefaatçı hükmüne geçer. Pâdişâh, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermiyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki, pâdişâha emniyetin ve itâatin varsa...”

İşte şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled ma’sûmdur, onun Hâlikı dahi Rahîm ve Kerîmdir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gâyet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musîbetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü’l-Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu ! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi. Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime âid menfaati için, kendime dahi acımıyorum... elîm müteessir olmuyorum. Çünkü: dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlâd muhabbeti te’min edecekti. Eğer sâlih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatiyle, ebedî Cennet’te on milyon sene bana evlâd muhabbetine medâr ve saâdet-i ebediyeye vesîle bir şefaatçı hükmüne geçer. Elbette ve elbette, meşkûk, muaccel bir menfaatı kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan; elîm teessürat göstermez; me’yusane feryâd etmez.

Ses Yok