Siracınnûr | Yirmialtıncı Lema | 51
(45-86)

ALTINCI RİCA: Bir zaman elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylasında Çam Dağının tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nur arıyordum. Bir gece, o yüksek tepenin başındaki yüksek bir çam ağacının üstündeki üstü açık odacıkta idim. Üç dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlık bana ihtar etti. Altıncı Mektubda îzah edildiği gibi... o gece; ıssız, sessiz, yalnız ağaçların hışırtılarından ve hemhemelerinden gelen hazin bir sadâ, bir ses rikkatime, ihtiyarlığıma, gurbetime ziyâde dokundu. İhtiyarlık bana ihtar etti ki; gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi, öyle de; senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı da ölümün kış gecesine inkılâb edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Nefsim bilmecbûriye dedi: Evet, ben vatanımdan garîb olduğum gibi, bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan, bu vatan gurbetinden daha ziyâde hazin ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garîbane vaziyetindeki hazin gurbetten daha ziyâde hazin ve elîm bir gurbete yakınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden müfarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden îman-ı Billah imdâda yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki; bulunduğum muzaaf vahşet bin def’a tezâuf etse idi, yine o teselli kâfi gelirdi.

Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Mâdem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Mâdem O var, bizim için herşey var. Mâdem o var, melâikeleri de var. Öyle ise bu dünya boş değil, hâlî dağlar, boş sahralar Cenâb-ı Hakk’ın ibâdiyle doludur. Zîşuur ibâdından başka, onun nuriyle, onun hesabiyle taşı da ağacı da birer munis arkadaş hükmüne geçer; lîsan-ı hal ile bizim ile konuşabilirler ve eğlendirirler.

Evet, bu kâinatın mevcûdâtı adedince ve bu büyük kitab-ı âlemin harfleri sayısınca vücûduna şehâdet eden ve zîruhların medâr-ı şefkat ve rahmet ve inâyet olabilen cihâzâtı ve mat’umatı ve ni’metleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahidler, bize Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedûd olan Hâlıkımızın, Sâniimizin, Hâmimizin dergâhını gösteriyorlar. O dergâhta en makbûl bir şefaatçı, acz ve za’ftır. Ve acz ve za’fın tam zamanı da, ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbûl bir şefaatçı olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır...

Ses Yok