Siracınnûr | Yirmialtıncı Lema | 73
(45-86)

Sonra tebeyyün etti ki, Risâle-i Nur hizmetinde ve benden sonra hayrü’l-hâlef olarak, bir vâris-i hakîki vazifesini tam yerine getirecek olan Abdurrahman yerine, Cenâb-ı Hak Mustafa’yı nümûne olarak bana göndermiş ki; senden bir Abdurrahman aldım, mukabilinde bu gördüğün Mustafa gibi otuz Abdurrahman o vazife-i dîniyede sana hem talebe, hem biraderzâde, hem evlâd-ı ma’nevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim.

Evet LİLLÂHİ’L-HAMD otuz Abdurrahman’ı verdi. O vakit dedim: Ey ağlayan kalbim! Mâdem bu nümûneyi gördün ve onunla o ma’nevî yaraların en mühimini tedavi etti; sâir bütün seni müteessir eden yaraları da tedavi edeceğine kanaatın gelmelidir.

İşte, ey benim gibi ihtiyarlık zamanında gâyet sevdiği evlâdını veya akrabasını kaybeden ve beline yüklenmiş ihtiyarlığın ağır yüküyle beraber firaktan gelen ağır gamları da başına yüklenen ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşîreler! Benim vaziyetimi anladınız ki sizinkinden çok şiddetli iken, mâdem böyle bir Âyet-i Kerîme tedavi etti, şifa verdi; elbette Kur’ân-ı Hakîm’in eczahâne-i kudsiyesinde, umum dertlerinize şifa verecek ilaçları vardır. Eğer îman ile ona müracaat edip ve ibâdetle o ilaçları isti’mal etseniz, belinizde ve başınızdaki o ihtiyarlığın ve gamların ağır yükleri gâyet hafifleşecektir.

Bu mebhasın uzun yazılmasının sırrı ise; Merhum Abdurrahman’a ziyâde duâyı rahmet ettirmek düşüncesidir. Sizi usandırmasın. Hem sizi belki ziyâde müteellim edecek en acıklı ve nefret verip ürkütecek en dehşetli yaramı, gâyet nâhoş, elîm bir sûrette size göstermekten maksadım: Kur’ân-ı Hakîm’in kudsî tiryakı ne derece harikulâde bir ilaç ve parlak bir nur olduğunu göstermektir.

Ses Yok