Müdafalar | Müdafalar | 118
(1-190)
(Ahmed Feyzi'nin Müdafaasıdır.)
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine
Sayın Hâkimler! Bir din âlimi ile görüşmek, onun din hakikatlerine ait kitaplarını okumak ve yazmak ve din arkadaşlarının imdadına koşmak üzere dinine ve Kur'anına ve Peygamberine (A.S.M.) hizmet etmek bir mü'minin vazifesi ve hakkı değil midir?.. Bizi bu hizmet-i dîniyeden men'eden bir kanun maddesi var mıdır? Bazı cihetlerin zamanımızdaki küfrî ve gayr-i ahlâkî cereyanları tenkid etmesi bir suç mu teşkil ediyor? Biz ne siyasetle, ne idare ile asla alâkası olmayan yalnız dindar, sâf halk kitlesiyiz. Bir insana hüsn-ü zan etmek ve kıymet vermek herkesin şahsî bir kanaatıdır. Biz Bediüzzaman'ı zamanımızın en yüksek din âlimi biliyoruz. Din hakikatlerini asla dalkavukluk yapmadan beyan ve ifade eden bir hakikat adamı biliyoruz. Mücahid adını vermekliğimiz, memleketimizi tehdid eden ahlâksızlık ve îmansızlık cereyanlarına karşı Kur'an'ın sarsılmaz hakikatlarına dayanarak giriştiği müdafaa ve hizmet-i dîniyesinden dolayıdır. Din ve vicdan hürriyetinin hükümran olduğu bir memlekette vicdanî kanaatlerimizden mes'ul olamayız. Bundan dolayı da kimseye hesap vermeğe mecbur değiliz.
Âhirzamanda hadîsin haber verdiği şahısların mes'elesine gelince : Bu mevzuları biz kendimiz uydurmadık. Bunların aslı dinde mevcuttur. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı hadîslerle Ümmet-i Muhammediye'nin (A.S.M.) ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmiyeceğini söylüyor. O zamana kadar da Ümmet-i Muhammediye'nin (A.S.M.) dünyanın hayatında mühim te'sir yapacak büyük tarih hadîselerini, "Kıyamet alâmetleri" diye haber veriyor.. Bunların şerri üzerine Ümmet-i İslâmiyenin nazar-ı dikkatini celbediyor. Gaflet ve cehaletle bu şerlere dûçar olanların ebedî şekavet ve helâket ile karşılaşacaklarını söylüyorlar. Bunlara dair sayısız dinî bürhanlar mevcuddur. Bizler Allah'a ve Resûlüne ve Kur'an'a inanmışız. Şimdi bu îmânın ve Peygamberin sıdkına olan bu itikadın neticesi olarak kendimizi helâk-i ebedîden kurtarmak için çalışmayalım mı?.. Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? "Acaba bu tehlikeli zaman gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz olmayalım!" diye bunları mevcut dinî hakikatlara tatbik cihetlerini göstermeyelim mi?.. Bizde, önümüzdeki müsbet dellileri ve vücud-u İlâhiye bizi sevkeden hakaik-ı müberhene ve ilmiyeyi görmeyerek, sırf Avrupa dinsizliğini en büyük lâzıme-i medeniyet ve şiar-ı irfan addile dînimizi terketsek, acaba helâk-i ebedîden bizi kim kurtaracak?.. Bunu düşünmeyelim mi?.. Bu zihniyette olan, Kur'an'dan ve Onun hakaikından üstün bir şey tanımayan bir insan, sırf fânî cezalar korkusuyla kendini ebedî helâke atar mı?.. Yahut fâni bazı kıymetlere değer verir mi? Allah ve Resûlüne ve dinine hizmet vazifesinden vazgeçer mi?.. İşte bizi Bediüzzaman'a bağlayan hakikî âmiller bunlardır. Başka bir menba-i dinî var mı ki, biz ruhumuzun bu ezelî ihtiyaçlarını onunla teskin edelim.
Sayın Savcı, bize kütüphaneleri dolduran binlerce Arabça ve bugünün ruhuna tercüman olamayan kitapları tavsiye ediyor. Sayın Savcı ve onun gibi düşünenler, Risale-i Nur namı altındaki külliyat-ı ilmiyeyi ve hazine-i hürriyeti ve hakikat-ı âliyeyi beğenmeyebilirler, tenkid de edebilirler. Bu kendilerinin bileceği bir iştir. Bizim şu veya bu esere rağbet etmemize ve ona kıymet vermemize karışamazlar. Biz Risale-i Nur'u seviyoruz. Ve onu hakikî ve riyâsız bir din kitabı ve Kur'an tefsiri biliyoruz. Kıymet ölçüleri ve hükümleri vicdânî bir takdir mes'elesidir. Buna kimse müdahale edemez. Evet biz Risale-i Nur müellifinin daima ayn-i hakikat dersi verdiğine kailiz. Kendisinin kabul etmemesi bizim bu kanaatımızı sarsmıyor. Ancak bizim kabûl ettiğimiz, keramet-i kevniyesinden dolayı değil, Nurların dersinde hârikulâde ve ekmel tezahürlerine şahit olduğumuz ve bütün cihan-ı irfana meydan okuyan kerâmet-i ilmiyesinden dolayıdır. Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde, bir feyz-i ilim neşreden ve ilminin hârikalarıyla en münteha mesâil-i ilmiyede ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda bu kadar câzibedâr bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hararet izhar eden ve gayet feyyaz bir aşk ve heyecan terennüm eden ve bir derya-yı iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz?..

Fâni zevâhirin âlâyişine edna bir meyl ve iltifat göstermeyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül etmeyen; levs-i faninin ayağına dolaşan bütün yaltaklanmalarına asla kıymet vermeyen; kimseden birşey beklemeyen ve dilenmeyen ve kendisine arzedilenleri kabul etmeyen; iffet ve ismetin en âli örneklerini yaşatarak sabûrâne mütehammilâne her nevi mahrumiyetlere göğüs germek suretiyle kendini hakikata ve envar-ı Kur'aniyeye ve maarif-i Muhammediye'nin (A.S.M.) izharına vakfeden ve memleket ve milletin ızdırabatı karşısında pür-rahm ü şefkat ağlayan; kendine yapılan bunca ihanetlere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden asla vazgeçmeyen, ihtiyarlığına ve bîkesliğine bakmıyarak insanları gayya-yı cehl ve girdbâd-ı inkârdan kurtarmağa, hasbî ve İlâhi bir cehd ile çalışan ve savaşan fazilet ve Nur abidesini Üstad addetmekliğimizi çok mu görüyorsunuz?.. Kendisinin bu arzedilen keramet-i ilmiyesiyle beraber, sırf ahlâk ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde gösterdiği bu misilsiz feragat ve istiğna ve şâheser-i ismet ve istikamet dolayısıyla yine bir enmuzec-i kemal ve mihrab-ı fazilet olarak tanınmağa ve iktidâ edilmeğe şâyandır. İşte biz Bediüzzaman'a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba mumaileyhe sırf imanımızdan neş'et eden bu bağlılığımız ve Kur'an'ın ve beyanat-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) küfr ve su-i ahlâk hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyle iştirakimiz, bizi levs-i fânî addedilen siyasetçi mi yaptı? Yoksa yirmibeş seneden beri din hakikatlarını öğrenemeyen ve helâk-i mutlaka giden soyumuzun bir kısım evladlarına; onları helâk-i ebediden kurtarmak için, Allah ve Resulünden, hakikat ve Kur'an'dan haber vermek onların temiz ruhlarını masum vicdanlarını ıslah etmeğe hiç ifsad denilir mi?
Sayın Hakimler! Biz asla siyasetçi değiliz. Biz siyaseti, bizim gibi siyaset ehli olmayana binbir çeşit veballer, tehlikeler ve mes'uliyetler taşıyan bir meslek biliriz. Fani zevahire de zaten kıymet vermeyiz. Dünyaya ancak rıza-yı İlahiye bizi götüren hayırlı vechesiyle bakıyoruz. Bu itibarla siyaset peşinde koşmağı ve devlet mefhumu ile mübareze ithamını şiddetle reddediyoruz. Eğer böyle bir kasd olsaydı, yirmibeş seneden beri edna bir tezahür olurdu. Evet bizim menfi bir cebhemiz, ahlaksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var. Bu sırf imandan ve Kur'an'ın bu mevzular üzerindeki şiddet-i beyan ve azamet-i tevbihine -bizzarure- iştirakimizden ileri geliyor. Eğer bu esbab-ı mucibe, samimiyetin ve ihlasın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse, bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lakin unutmayınız ki; bugün altıyüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (A.S.) zamanın idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hamil bulunduğu sebeplerle "âdi bir hırsız gibi" idama mahkum edilmişti. Biz hür söylediğimizden dolayı maruz kalacağımız bu mahkumiyeti iftiharla karşılayacağız. Ve sadece
nidasiyle dergâh-ı Kadi-ül Hâcât'a el açacağız.
Afyon Cezaevinde Mevkuf
Aydın'ın Ortaklar Bucağından
Ahmed Feyzi Kul
Ses Yok