Müdafalar | Müdafalar | 146
(1-190)
(Onlar bunu çok takdir etmeleri lazım iken tenkid etmişler, suç mevzuu yapmışlar.) "Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını hacca gitmek için sakladım. O cüz'i para iktisat ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz suyumu döktürmedi. o mübarek paradan biraz daha var." deniliyor.
Yirmiikinci Lem'a, mahrem işaretli ve en has ve hâlis ve sâdık kardeşlerime mahsustur, kayıtlıdır. "Birinci İşaret : Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki onlar her fırsatta senin âhiretine karışıyorlar? Bu suale cevap verecek Isparta vilayetinin hükümeti ve bu vilayetin milletidir.
***
(Şefkat-ı imâniyeden gelen bu masumâne ve hâlisâne ve hayretkârâne ümit ve arzu ve temenniyi bir suç tevehhüm edenler, elbette kendileri suçludurlar.)
Said imzalı bir mektupta; "Yedi yaşından on yaşına kadar mâsum çocuklar, faytonla gezdiğim vakit, beni görünce koşuşup ellerime sarılmalarının hikmeti nedir diye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi ki; küçük mâsumlar taifesi bir hiss-i kablelvuku ile Risale-i Nur'la saadet bulacaklarını ve tehlike-i mâneviyelerden kurtulacaklarını hissettiklerini anladım." denmektedir. (Bu fıkra başta lehimde ve âhirde bir arzu ve bir temenni iken suç saymak insaftan hariçtir.)
Bir kısım âyetler ve hadislerin müttefikan bu asırda bir hakikat-ı nurâniyeye işaret ettikleri ve âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi gösterdikleri ve o gelecek zâtın ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi imanı kurtarmak olduğu ve şeriatı ihya ve hilafeti tatbik gibi çok geniş dairede hükmeden bu iki vazifesini nazara almamalarının zararsız olduğu fakat Nur'un muarızlarının, hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabileceği, onun için kendisinin müdakkik kardeşimizin risaleciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırıp tâdil ederek göndereceği yazılıyor."
Said Nursî imzalı bir mektupta: Dârü'l-Fünuna inkılâb eden harbiye nezaretinin kapısındaki
“İnna fetahna leke fehhan mübina “
hatt-ı Kur'aniyenin üzeri mermer taşlarla kapatılmışken, meydana çıkarılması şimdi yeniden hatt-ı Kur'anîye bir nümune-i müsaade ve Risale-i Nur'un takib ettiği maksadına bir vesile ve üniversitenin bir Nur medresesi olmasına işaret olarak gösterilmektedir.
***
(Tekbiratü'-Hüccac mektubumda hakikat ve izahıma karşı tenkidlerine, Husrev'in âhirdeki hâşiyesi tam cevaptır.)
Said Nursî imzalı "Tekbiratü'l-Hüccac fî Arafat" başlıklı mektubta; "Nur'un ehemmiyetli bir kısım şakirdleri pek musırrane olarak âhirzamanda gelen Âl-i Beyt'in büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrane kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezattır. Hallini isteriz." diye sormaları sebebiyle onlara cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdi-i Resûl'ün temsil ettiği kudsî cemaatın şahs-ı mânevisinin üç vazifesi olduğu.. bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvaniyle şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılâbat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) kanunlarının bir derece ta'tile uğramasiyle o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır. Nur Şakirdleri birinci vazifeyi tamamiyle Risale-i Nur'da gördüklerinden ikinci , üçüncü vazifeleri de, buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı mânevinin bir mümessili olan biçâre tercümanını zannettiklerinden bazan o ismi ona da veriyorlar. Hatta evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o ahirzamanın hidayet edicisi olduğu, bu tahkikatla, te'vil ile anlaşılır diyorlar. İki noktada bir iltibas var; te'vil lâzımdır.
Birincisi : Ahirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibariyle âhirzamanın büyük mehdisi ünvanını almamışlar.
İkincisi : Âhirzamanın o büyük şahsı Âl-i Beyt'den olacak. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (R.A.) bir veled-i mânevisi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed (A.S.M.) bir mânada hakiki Nur şâkirdlerine şâmil olmasından ben de Âl-i Beyt'den sayılabilirim. Fakat Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsi makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlâsı bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur bilirim diye yarı muvafakat şeklinde bir cevap verilmekte (Haşiye) ve bu mehdilik teklifi açık ve keskin olarak reddedilmemektedir.
***
(Bu fıkradaki hadiseler vâkıa mutabık ve acib bir tarzda: Beni mahzun etmeyiniz, zemin hiddet eder dediğimden üç dakika sonra zelzele olmasını, hayret ve taaccüble tahsin etmek, şefkatin iktizası olduğu halde medar-ı tenkid yapmışlar, halbuki medar-ı tenkid olamaz.)
"Dört saat ifadesi alınıp sıkıntı çekmesinden on saat sonra, âdeta aynı zamanda iki milyon lira zarar veren maarif yangını gösterdi ki; Risale-i Nur belâların def'ine bir vesiledir ki, Nurlara hücum edildi, belâ yol buldu, geldi." denilmektedir.
_______
Hâşiye : Ey insanfsız hey'et! Bundan daha keskin red cevabı nasıldır.
Nur Talebeleri nâmına
Husrev
Ses Yok