Müdafalar | Müdafalar | 143
(1-190)
(Aşağıda yazılan fıkraların mukaddimesidir.)
Mahkeme-i temyizin lehimizde olarak aleyhimizdeki Afyon kararnâmesini haklı ve hakikatlı deliller ile bozmasına bir cüz'i yardım etmek fikriyle, kararnamede olan sehivlerden bir kısmına kısa işaretler için, aşağıda onların mahrem risalelerinden suç mevzuu diye zikrettikleri fıkraları aynen kaydedip yanlışlarını göstererek bizi mahkum edenleri mes'ul ederiz.
Ezcümle; beni şiddetli ceza ile mahkum etmek için bütün suçlarımın fihristesi olarak kararın âhirinde yazmışlar ki: "Said Nursî'nin reddettiği maddeler, biri: "Saltanat ve hilafetin ilgası." Hem hatâ, hem sehivdir. Çünki, İhtiyar Lem'asından "Hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi." diye yazdığımı onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine cevap verdim, sustular. Mürur-u zamana uğramış, af kanunu ve beraet görmüş ehemmiyetsiz bir hatırayı suç sayan, kendisi suçlu olur.
Hem bu mevhum suça bir sened diye, benim bir Lem'ada ve Mu'cizât-ı Ahmediye'de (A.S.M.) bir Hadis-i Şerif'te"Hulefa-i Raşidînden sonra bir fesad olacak." İşte bu hadis üç mu'cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım. Kararnâme benim bir suçum olarak, Said bir risalede demiş: "Hilafetten sonra ceberût ve fesad olacak. " Ey sathi hey'et!.. Bir işaret-i gaybiyeden bu zamanımızda maddi ve manevi en büyük bir fesad-ı beşeriyi ve zemini zir ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadisin i'cazını beyan etmeği suç sayan, maddeten ve mânen suçludur.
Hem suçlarından diye. "Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması ve şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, lâtin harflerinin huruf-u Kur'aniye yerinde cebren kabulü, Türçe ezan ve kamet okunması, mekteblerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılâb hareketlerinin bid'at, dalâlet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur." diye yazmışlar.
Ey insafsız hey'et! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsi ve semavi rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve te'vil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'aniyeyi inkar etmek ve bütün İslam müctehidlerini ve umum şehü'l-İslâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddit mahkemelerin beraetlerini ve af kanunlarını ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükümetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.
Said Nursî
(Mahkemenin hayretle -aleyhlerinde iken- aleyhimizde yazdığı bir fıkradır.) Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî bir düstur-u İlâhiyi üçyüzellibin tefsirin tasdiklerine ve ittifakalarına istinaden ve binüçyüzelli senede geçmiş ecdadımızın i'tikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkum eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakz edecektir.
*** (Mahkemenin taaccüb ve takdir ile kararnamede yazdığı bir fıkra olup, güya aleyhimizdedir. Halbuki, onları mahkum eder.) Yirmialtıncı Mektub'da Said Nursî kendisinden bahisle: "Bu biçâre kardeşinizde üç şahsiyet var ki, birbirinden çok uzaktırlar. Birincisi: Kur'an-ı Hakim'in hazine-i âliyesinin dellallığı cihetindeki muvvakkat ve sırf Kur'an'a aid bir şahsiyetim var. Onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlak var ki, o benim değil, ben sahibi değilim. O, makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız; o, makamındır. İkincisi : Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlâhiye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hak'kın ihsaniyle muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki, o şahsiyetin bazı âsârı var. Mâna-yı ubudiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki; o şahsiyet ile kendimi herkesten ziyade bedbaht, biçâre, aciz, fakir ve kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh-ü sena etse, beni inandıramaz ki, iyiyim ve sahib-i kemâlim. Üçüncüsü : Hakiki şahsiyetim; Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var. Onda Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlar var ki, bazan riya ve hubb-u caha bir arzu bulunuyor. Hem asil bir hanedandan olmadığımdan, hisset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlaklar görünüyor. Sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve su-i hallerini söylemiyeceğim.. Cenab-ı Hak merhametkârane inayetini benim hakkımda böyle göstermiş ki, en edna bir nefer gibi bu şahsımı en âli ve hâs bir mürşid hükmünde olan esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun.
Nefis cümleden ednâ..
Vazife cümleden âlâ"
****
(Mahkeme dehşetli korkarak kararnâmede aleyhimizde kaydettiği bir cümledir. Halbuki, onbeş sene evvel yazılan o şiddetli cümle, sonradan bu gelen cümle ile tâdil edilmiş.)
"Kardeşlerim!.. Mâsumların ve ihtiyarların hatırları için beni zulmen öldürenlerden intikamımı almayınız. Azab-ı kabir ve sakar onlara yeter." fıkrası, onları insafa getirmek lâzımdı.
"Madem sizlerle -itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran- küllî bir muhalefetimiz var. Siz, dininizi ve âhiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde -tahminimizce- bulunan muhalefet sırriyle, biz dahi hilafınıza olarak dünyamızı dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeğe hazırız. Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir-iki sene zelilâne geçecek hayatımızı kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-ı Hakim'in feyzine ve işaretine istinaden, sizi titretmek için size kat'i haber veriyorum ki: Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile bu fâni cennetinizden ve mahbubunuz olan dünyadan tard edilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizin nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek ve yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlâhide yakalarını tutup (adalet-i İlahiye onları esfel-i sâfiline atmakla) intikamımı alacağım.
Mahkeme-i temyizin lehimizde olarak aleyhimizdeki Afyon kararnâmesini haklı ve hakikatlı deliller ile bozmasına bir cüz'i yardım etmek fikriyle, kararnamede olan sehivlerden bir kısmına kısa işaretler için, aşağıda onların mahrem risalelerinden suç mevzuu diye zikrettikleri fıkraları aynen kaydedip yanlışlarını göstererek bizi mahkum edenleri mes'ul ederiz.
Ezcümle; beni şiddetli ceza ile mahkum etmek için bütün suçlarımın fihristesi olarak kararın âhirinde yazmışlar ki: "Said Nursî'nin reddettiği maddeler, biri: "Saltanat ve hilafetin ilgası." Hem hatâ, hem sehivdir. Çünki, İhtiyar Lem'asından "Hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi." diye yazdığımı onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine cevap verdim, sustular. Mürur-u zamana uğramış, af kanunu ve beraet görmüş ehemmiyetsiz bir hatırayı suç sayan, kendisi suçlu olur.
Hem bu mevhum suça bir sened diye, benim bir Lem'ada ve Mu'cizât-ı Ahmediye'de (A.S.M.) bir Hadis-i Şerif'te"Hulefa-i Raşidînden sonra bir fesad olacak." İşte bu hadis üç mu'cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım. Kararnâme benim bir suçum olarak, Said bir risalede demiş: "Hilafetten sonra ceberût ve fesad olacak. " Ey sathi hey'et!.. Bir işaret-i gaybiyeden bu zamanımızda maddi ve manevi en büyük bir fesad-ı beşeriyi ve zemini zir ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadisin i'cazını beyan etmeği suç sayan, maddeten ve mânen suçludur.
Hem suçlarından diye. "Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması ve şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, lâtin harflerinin huruf-u Kur'aniye yerinde cebren kabulü, Türçe ezan ve kamet okunması, mekteblerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılâb hareketlerinin bid'at, dalâlet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur." diye yazmışlar.
Ey insafsız hey'et! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsi ve semavi rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve te'vil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'aniyeyi inkar etmek ve bütün İslam müctehidlerini ve umum şehü'l-İslâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddit mahkemelerin beraetlerini ve af kanunlarını ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükümetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.
Said Nursî
(Mahkemenin hayretle -aleyhlerinde iken- aleyhimizde yazdığı bir fıkradır.) Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Binüçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî bir düstur-u İlâhiyi üçyüzellibin tefsirin tasdiklerine ve ittifakalarına istinaden ve binüçyüzelli senede geçmiş ecdadımızın i'tikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkum eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakz edecektir.
*** (Mahkemenin taaccüb ve takdir ile kararnamede yazdığı bir fıkra olup, güya aleyhimizdedir. Halbuki, onları mahkum eder.) Yirmialtıncı Mektub'da Said Nursî kendisinden bahisle: "Bu biçâre kardeşinizde üç şahsiyet var ki, birbirinden çok uzaktırlar. Birincisi: Kur'an-ı Hakim'in hazine-i âliyesinin dellallığı cihetindeki muvvakkat ve sırf Kur'an'a aid bir şahsiyetim var. Onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlak var ki, o benim değil, ben sahibi değilim. O, makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız; o, makamındır. İkincisi : Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlâhiye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hak'kın ihsaniyle muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki, o şahsiyetin bazı âsârı var. Mâna-yı ubudiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki; o şahsiyet ile kendimi herkesten ziyade bedbaht, biçâre, aciz, fakir ve kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh-ü sena etse, beni inandıramaz ki, iyiyim ve sahib-i kemâlim. Üçüncüsü : Hakiki şahsiyetim; Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var. Onda Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlar var ki, bazan riya ve hubb-u caha bir arzu bulunuyor. Hem asil bir hanedandan olmadığımdan, hisset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlaklar görünüyor. Sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve su-i hallerini söylemiyeceğim.. Cenab-ı Hak merhametkârane inayetini benim hakkımda böyle göstermiş ki, en edna bir nefer gibi bu şahsımı en âli ve hâs bir mürşid hükmünde olan esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun.
Nefis cümleden ednâ..
Vazife cümleden âlâ"
****
(Mahkeme dehşetli korkarak kararnâmede aleyhimizde kaydettiği bir cümledir. Halbuki, onbeş sene evvel yazılan o şiddetli cümle, sonradan bu gelen cümle ile tâdil edilmiş.)
"Kardeşlerim!.. Mâsumların ve ihtiyarların hatırları için beni zulmen öldürenlerden intikamımı almayınız. Azab-ı kabir ve sakar onlara yeter." fıkrası, onları insafa getirmek lâzımdı.
"Madem sizlerle -itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran- küllî bir muhalefetimiz var. Siz, dininizi ve âhiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde -tahminimizce- bulunan muhalefet sırriyle, biz dahi hilafınıza olarak dünyamızı dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeğe hazırız. Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir-iki sene zelilâne geçecek hayatımızı kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-ı Hakim'in feyzine ve işaretine istinaden, sizi titretmek için size kat'i haber veriyorum ki: Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile bu fâni cennetinizden ve mahbubunuz olan dünyadan tard edilip ebedi zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizin nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek ve yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlâhide yakalarını tutup (adalet-i İlahiye onları esfel-i sâfiline atmakla) intikamımı alacağım.
Ses Yok