Müdafalar | Müdafalar | 141
(1-190)
SANIKLARIN VE VEKİLLERİN SAVUNMALARININ ESASLARI, NOKTALARI
Sanık Said Nursî, hazırlık sorgu ve duruşmadaki ifadelerinde "Kendisinin Mehdiliği red ettiğini; hükümetin me'murları yanlış ma'nâ vermemek için mektub ve eserlerini gizlediğini; zındık kelimesinin İslamiyet düşmanlarına ma'tuf olduğunu; Ahmed Feyzi'nin yazdığı eserle alâkası olmadığını; kadınların, kısa etek ve memelerinin görünecek şekilde açık gezmelerinin dinen câiz olmadığını; kendisinin, talebelerine Kur'an'ın hakikatlarını öğretmek ve imanlarını kuvvetlendirmekten maada fena bir maksadı olmadığını" söylemiştir.
22/9/948 tarihli dilekçesinde: "Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun nâmındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz" denilmektedir.
29/8/948 tarihli dilekçesinde: "Bir fikir kalbime gelmiş, şöyleki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi, milletin maslahatına ve vatanın mefaatına çok lüzumlu iken, beni sıkması îmâ eder ki: Benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle, şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi, Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişâne ve antika yadigârı olan Ayasofya Camii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasına imkân var mıdır?" denilmektedir.
2/12/948 tarihli teşekkürnâmesinde : "Ehl-i vukuflara üç noktadan teşekkür ettiğini; arkadaşlarının kendisine karşı medhiyelerini ele alarak kendisine hücum eden insafsız muarızlara karşı, bir hodfuruşluk telakki etmelerini insaf ve şefkatlerine yakıştırmadığından müteessir olduğunu; Ahmed Feyzi'nin eserinin bir kısmını ta'dil ettiğini, fakat bir kısmının da aceleye geldiğinden ta'dil edemeden gönderdiğini; dine ve terbiye-i Muhammediye (A.S.M.) zehir diyen Saracoğlu'nu bırakıp hakikat-ı Kur'aniyeyi güneş gibi gösteren "Siracü'n-Nur" ile münakaşa etmenin, onun müsaderesine yardım etmek demek olduğunu beyan ediyoruz." denmektedir.
Mahkemeye tarihsiz ibraz ettiği bir müdafaasında: "Neticeten: Kendisinin ve şakirdlerinin siyasetle iştigal etmediklerini; cem'iyet teşkil etmediklerini; tecavüz olarak gösterilen yazıların mahrem olduklarını, vicdan ve tefekkür hürriyeti mevcud olduğunu, bunların bazı kanunları tenkid mahiyetinde de görülse, suç teşkil etmeyeceğini; ele alınan bir çok risalelerin eskiden yazılmış olunduğunu, evvelce de Eskişehir Mahkemesinde bunlardan dolayı mahkumiyet kararı verildiği gibi, Denizli Mahkemesinde de beraet ettiklerini artık bir daha aynı suçdan muhakeme edilmelerinin doğru olmadığını; kenndisinin ve gerekse Nur Şakirdlerinin şimdiye kadar âsâyişi bozacak bir harekette bulunmadıklarını; "Beşinci Şua"da isim tasrih etmemesine ve maksadının sadece ihbarden ibaret olmasına göre, bunun da bir suç teşkil etmeyeceğini" ileri sürerek savunmuştur.
Sanıklardan Ahmed Feyzi Kul; ifadelerinde:
"Maidetü'l-Kur'an" eserinin kendisine aid olduğunu, bu eserde yazılı istihracların hepsinin de hakikat olduğunu; ortada cem'iyet mevcud olmadığını; hükûmetin emniyeti aleyhinde çalışmadıklarını; yazdığı eseri Husrev'e, O'nun da Said'e göndermiş olduğunu, orada teksir edilmiş olacağını; bir şahsı kasdetmediğini, komünizm ve ona müntehi dinsizliği kasdettiğini" söylemiştir.
Mahkemeye verdiği 3/12/948 tarihli müdafaasında da: "Kendisine isnad olunan cem'iyetçilik ve 163. maddede yazılı suç unsurlarının mevcud bulunmadığını; Risale-i Nur'un hakaik-ı İslamiye ve envar-ı Tevhidi güneş gibi gösteren birer âbide-i hakkaniyet ve samimiyet olmakdan başka bir ma'na taşımadıklarını; ilmî hakikatları serdederken siyasete dokunmasının suç olmayacağını; Risale-i Nur'un her sahada gayr-ı kâbil taklid ve tanzir olduğunu, tevafuk harikasının sarih delaletiyle Kur'an'ın öz malı olduğunu; fani düşüncelerin ve günlük siyasi icabların hatırı için ve fâni eşhasın vaziyetlerini rencide etmemek için, ezelî hakikatları ayak altına almanın Allah kudretini hiçe saymak olacağını; esâsat-ı İslâmiye ve şeair-i diniyeye karşı tecavüz ve ihanetlere müdafaanın da bir vazife-i diniye olduğu, âli bir cihad olduğu, ulemâ-i dine teveccüh eden ferâiz-i İslâmiye olduğu; dinsizlerin savletlerine, din yıkıcılarının ihanetlerine karşı ehl-i imânın da boş ve müdafaasız duramayacağını, elbette haysiyet-i imâniyelerine uzanan nâmerd tecavüzleri önleyeceklerini.... İşte Risale-i Nur ve Nurcuların hakiki vaziyetleri bu olduğu; bunların devlet ve idareye mübarezeye kalkışmış anarşist adamlar olmadığını; Denizli Mahkemesinin Beşinci Şua da dahil olduğu halde bütün mes'elelerden beraet kararı verdiğini; Mâidetü'l-Kur'an eserindeki tevafukların kendisinin icadı olduğunu; ehl-i vukufun ancak bu hakikatı inkar ile işin içinden çıkmış olduklarını" bildirmektedir.
Diğer sanıklar: Halil Çalışkan, Mehmed Çalışkan, Osman Çalışkan, Hasan Çalışkan, Mustafa Acet, Ceylan Çalışkan, Hıfzı Bayram, İbrahim Edhem Talas, Husrev Altınbaş, Burhan Çakın, Tahiri Mutlu, Mustafa Osman, Sabri Halıcı, Mehmed Feyzi Pamukçu, Ali Akdağ, Re'fet Barutçu, Rıf'at Filizer, Ziver Gündüzalp, Ahmed Nazif Çelebi, Selahaddin Çelebi, Hüseyin Tabancalı, İbrahim Fakazlı ise gerek sorgularında ve gerekse dilekçelerinde (aşağı-yukarı müttefikan):
"Kendilerinin Nurcu olduklarını; Said'e büyük bir hürmet ve samimiyetle bağlı olduklarını; mektubların kendilerine aid olduğunu; kendilerine isnad olunan "Risale-i Nur'u yazma, teksir etme ve dağıtma" hareketlerinin de doğru olup, ancak gizli cem'iyet kurmadıklarını ve bu risalelerde devletin emniyetini tehdit eden bir yazı mevcut olmadığını ve kendilerinin böyle bir maksad ile hareket etmediklerini" söyleyerek savunmuşlardır.
Sanık Said Nursî, hazırlık sorgu ve duruşmadaki ifadelerinde "Kendisinin Mehdiliği red ettiğini; hükümetin me'murları yanlış ma'nâ vermemek için mektub ve eserlerini gizlediğini; zındık kelimesinin İslamiyet düşmanlarına ma'tuf olduğunu; Ahmed Feyzi'nin yazdığı eserle alâkası olmadığını; kadınların, kısa etek ve memelerinin görünecek şekilde açık gezmelerinin dinen câiz olmadığını; kendisinin, talebelerine Kur'an'ın hakikatlarını öğretmek ve imanlarını kuvvetlendirmekten maada fena bir maksadı olmadığını" söylemiştir.
22/9/948 tarihli dilekçesinde: "Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun nâmındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz" denilmektedir.
29/8/948 tarihli dilekçesinde: "Bir fikir kalbime gelmiş, şöyleki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi, milletin maslahatına ve vatanın mefaatına çok lüzumlu iken, beni sıkması îmâ eder ki: Benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle, şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi, Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişâne ve antika yadigârı olan Ayasofya Camii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasına imkân var mıdır?" denilmektedir.
2/12/948 tarihli teşekkürnâmesinde : "Ehl-i vukuflara üç noktadan teşekkür ettiğini; arkadaşlarının kendisine karşı medhiyelerini ele alarak kendisine hücum eden insafsız muarızlara karşı, bir hodfuruşluk telakki etmelerini insaf ve şefkatlerine yakıştırmadığından müteessir olduğunu; Ahmed Feyzi'nin eserinin bir kısmını ta'dil ettiğini, fakat bir kısmının da aceleye geldiğinden ta'dil edemeden gönderdiğini; dine ve terbiye-i Muhammediye (A.S.M.) zehir diyen Saracoğlu'nu bırakıp hakikat-ı Kur'aniyeyi güneş gibi gösteren "Siracü'n-Nur" ile münakaşa etmenin, onun müsaderesine yardım etmek demek olduğunu beyan ediyoruz." denmektedir.
Mahkemeye tarihsiz ibraz ettiği bir müdafaasında: "Neticeten: Kendisinin ve şakirdlerinin siyasetle iştigal etmediklerini; cem'iyet teşkil etmediklerini; tecavüz olarak gösterilen yazıların mahrem olduklarını, vicdan ve tefekkür hürriyeti mevcud olduğunu, bunların bazı kanunları tenkid mahiyetinde de görülse, suç teşkil etmeyeceğini; ele alınan bir çok risalelerin eskiden yazılmış olunduğunu, evvelce de Eskişehir Mahkemesinde bunlardan dolayı mahkumiyet kararı verildiği gibi, Denizli Mahkemesinde de beraet ettiklerini artık bir daha aynı suçdan muhakeme edilmelerinin doğru olmadığını; kenndisinin ve gerekse Nur Şakirdlerinin şimdiye kadar âsâyişi bozacak bir harekette bulunmadıklarını; "Beşinci Şua"da isim tasrih etmemesine ve maksadının sadece ihbarden ibaret olmasına göre, bunun da bir suç teşkil etmeyeceğini" ileri sürerek savunmuştur.
Sanıklardan Ahmed Feyzi Kul; ifadelerinde:
"Maidetü'l-Kur'an" eserinin kendisine aid olduğunu, bu eserde yazılı istihracların hepsinin de hakikat olduğunu; ortada cem'iyet mevcud olmadığını; hükûmetin emniyeti aleyhinde çalışmadıklarını; yazdığı eseri Husrev'e, O'nun da Said'e göndermiş olduğunu, orada teksir edilmiş olacağını; bir şahsı kasdetmediğini, komünizm ve ona müntehi dinsizliği kasdettiğini" söylemiştir.
Mahkemeye verdiği 3/12/948 tarihli müdafaasında da: "Kendisine isnad olunan cem'iyetçilik ve 163. maddede yazılı suç unsurlarının mevcud bulunmadığını; Risale-i Nur'un hakaik-ı İslamiye ve envar-ı Tevhidi güneş gibi gösteren birer âbide-i hakkaniyet ve samimiyet olmakdan başka bir ma'na taşımadıklarını; ilmî hakikatları serdederken siyasete dokunmasının suç olmayacağını; Risale-i Nur'un her sahada gayr-ı kâbil taklid ve tanzir olduğunu, tevafuk harikasının sarih delaletiyle Kur'an'ın öz malı olduğunu; fani düşüncelerin ve günlük siyasi icabların hatırı için ve fâni eşhasın vaziyetlerini rencide etmemek için, ezelî hakikatları ayak altına almanın Allah kudretini hiçe saymak olacağını; esâsat-ı İslâmiye ve şeair-i diniyeye karşı tecavüz ve ihanetlere müdafaanın da bir vazife-i diniye olduğu, âli bir cihad olduğu, ulemâ-i dine teveccüh eden ferâiz-i İslâmiye olduğu; dinsizlerin savletlerine, din yıkıcılarının ihanetlerine karşı ehl-i imânın da boş ve müdafaasız duramayacağını, elbette haysiyet-i imâniyelerine uzanan nâmerd tecavüzleri önleyeceklerini.... İşte Risale-i Nur ve Nurcuların hakiki vaziyetleri bu olduğu; bunların devlet ve idareye mübarezeye kalkışmış anarşist adamlar olmadığını; Denizli Mahkemesinin Beşinci Şua da dahil olduğu halde bütün mes'elelerden beraet kararı verdiğini; Mâidetü'l-Kur'an eserindeki tevafukların kendisinin icadı olduğunu; ehl-i vukufun ancak bu hakikatı inkar ile işin içinden çıkmış olduklarını" bildirmektedir.
Diğer sanıklar: Halil Çalışkan, Mehmed Çalışkan, Osman Çalışkan, Hasan Çalışkan, Mustafa Acet, Ceylan Çalışkan, Hıfzı Bayram, İbrahim Edhem Talas, Husrev Altınbaş, Burhan Çakın, Tahiri Mutlu, Mustafa Osman, Sabri Halıcı, Mehmed Feyzi Pamukçu, Ali Akdağ, Re'fet Barutçu, Rıf'at Filizer, Ziver Gündüzalp, Ahmed Nazif Çelebi, Selahaddin Çelebi, Hüseyin Tabancalı, İbrahim Fakazlı ise gerek sorgularında ve gerekse dilekçelerinde (aşağı-yukarı müttefikan):
"Kendilerinin Nurcu olduklarını; Said'e büyük bir hürmet ve samimiyetle bağlı olduklarını; mektubların kendilerine aid olduğunu; kendilerine isnad olunan "Risale-i Nur'u yazma, teksir etme ve dağıtma" hareketlerinin de doğru olup, ancak gizli cem'iyet kurmadıklarını ve bu risalelerde devletin emniyetini tehdit eden bir yazı mevcut olmadığını ve kendilerinin böyle bir maksad ile hareket etmediklerini" söyleyerek savunmuşlardır.
Ses Yok