Müdafalar | Müdafalar | 139
(1-190)
Said Nursî ve Emirdağ'lı arkadaşlarına aid bir dosyada, Sabri Halıcı imzalı 21/12/947 tarihli bir mektubta: "Risale-i Nur neşriyatının ber-devam olduğu, talebelerin perderpey kaydolmağa geldikleri; gençlerin hem eski, hem yeni harflerle yazmağa çalıştıkları.."
Halil Çalışkan tarafından Ceylan'a yazılan bir mektubta; "Vazifeleri olan mektubları bitirdikleri, Üstadın tashih ettiği, sonra bir nüsha daha yazacakları.." Halil Çalışkan'ın ustasına yazdığı bir mektubta: "Kendisinin, Üstadın şahsî ve yazı işleri ile vazifelendirildiğinden, hizmet-i Nuriye herşeyden kudsî olduğu için işinden bil-rıza ayrıldığı" yazılıyor.
Mustafa Osman imzalı bir mektubta: "Hayatını Üstadın yoluna kurban ettiğine" dair uzun yazılar vardır.
Husrev imzalı diğer mektubta: "Gelen mektubların suretlerini çıkararak başka yerlere gönderdiği, tashih edilen risaleleri basmakta ve teksir etmekte olduğu" yazılıyor. Ceylan'ın bir mektubunda da: "Küçük Ali'nin, Tılsımlar Mecmuasının tashihini bitirdikten sonra Onaltıncı Lem'a dan itibaren mütebakisinin yazmağa başlayacağı; 270 aded Rehber'in İstanbul'a ciltletmeğe gönderildiği; Sikke-i Tasdik Mecmualarının henüz yetişmediği; Tılsımlar Mecmuasından makine ile çıkan altmış sahifenin de takdim edildiği" yazılıyor.
Mehmed Yayla'ya aid dosyada, Tahirî tarafından yazılan bir mektubta: "Risalelerden lüzum ederse buradan gönderelim. Yeter ki, siz orada Risale-i Nur'u yaymağa çalışınız." deniyor.
Emirdağ-'lıların dosyasında, Ceylan Çalışkan'ın Isparta'dan yazdığı bir mektubta: "Risale-i Nur'un önüne ince beyaz kağıd koyup kopya ederek teksir etmeleri, Risale-i Nur'ları şuradan buradan alıp başkalarına vererek hizmet-i Nuriyelerine devam etmeleri: Hayri ve Mustafa ve Camcı Mehmed'in de ellerindeki vazifelerine dikkat etmeleri ve çabuk bitirmeleri" yazılıyor.
Tahirî Mutlu ve Mustafa Gül'ün dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubda: "Ahmed Feyzi'nin gayretiyle Aydın'da yine Nurların lehine bir intibah olduğu ve hususan Ali Akdağ'ın Nurlara müştak çalışkan bir kardaş olduğu" yazılıyor.
Rasih Çetin'in dosyasında, Said'in bir mektubunda: "Sanıklarından Hıfzı, Safranbolu'nun küçük medresesinin bir kahramanı olarak" vasıflandırılıyor.
Rıfat Filizer'in dosyasında, Rıfat'ın Sabri Halıcı'ya yazdığı bir mektubta: "Gençlik Rehberi'ni aldığı, Ankara Risale-i Nur Talebeleri nâmına teşekkür ettiği; nur faaliyetinin ümid verici olduğu"; Safranbolulu Mustafa Osman'dan aldığı bir mektubta: "Profesör Münif Çelebi ve yarbay mütekaidiyle görüşmesinin tavsiye edildiği; Ahmed Kemâleddin Pala ve oğluna Risale-i Nur'u verdiği; Mustafa Hulûsi Efendi'nin müridlerinin birinin de Nur'la meşgul olduğu müjdelenerek faaliyetin mükemmel olduğu, üniversite ve diğer mektebler öğretmen ve talebelerine tevzi edilmek üzere Nur risalelerinin gönderilmesi, bunların seksen ile yüz forma halinde tevzi edecekleri; kendisinin yazmakta olduğu risalenin de bitmek üzere olduğu" yazılıyor.
Nebi Uluçay'ın dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubta: "Otomobil ile gelen onbeş Sikke-i Gaybiye ve elli Rehber'i aldım. Casus polislerin dikkati altında çare bulamadım ki, Hafız Ali, İbrahim ve Mustafa kardaşlarımı yanıma alayım. Onlar buradan hareket ettikten sonra bir parça tatlı teberrük bırakmışlar. İki köyün nâmına mübarek ilaç gibi kabûl ettim. Fakat kaideme muhalif olmamak için ne arzuları varsa benim bedelime onlara verilsin. Onların mübarek kaplarını da yine onlara bir teberrük olarak gönderiyorum. Bu def'a gizli düşmanlarımızın planlarıyla Nurların fütuhatlarına sed çekmemek için ihtiyat, tesanüd, metanet lazımdır. Hiç şevkiniz kırılmasın. Merak etmeyiniz. İnayet-i İlâhiyenin bu def'a bizi muhafaza ettiği kat'i tahakkuk etti." deniyor. Ve mektubun altında yazılan bir haşiyede "Bu def'a bana mahkemede sordukları pekçok manasız sualler içinde: Ne ile yaşıyorsun? Dediler. dedim ki : İktisad bereketiyle... Bir vakit Isparta'da bir Ramazanda; bir ekmek, bir kilo torba yoğurdu, bir kilo pirinç ile yaşayan bir adam, maişet için dünyaya tenezzül etmez ve hediyeyi de kabûl etmeye mecbur olmaz, dedim." diyor.
Hamid Gürsoy'un dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubta: "Husrev ve Tahiri gibi vazifelerini tam yapan ve onların sisteminde diğer bir Nurcuyu Sulh Mahkemesine vermenin neticede büyük bir inayet ve fütuhat olacağı; Ankara'da Mustafa Kemal'in şiddet ve hiddetle divan riyasetine girip; "Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin." dediğini, kendisinin de ona: "Namaz kılmayan hâindir. Hainin hükmü merduttur." dediğini, bir nev'i tarziye verip hiddetini geri aldığını ve hissiyatını ve prensiplerini rencide ettiği halde, kendisine ilişmemesini, bu cebbar kumandanların adeta Eski Said'den korkmasının Risale-i Nur'un ileride kahraman şakirdlerin şahs-ı manevisinin harika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerameti olduğu; İngiliz devlet hatiblerinin "İslamiyeti kabûl etmek lâzımdır" diye bağırdıkları, o devletin hem dünyası, hem saltanatı ve hem saadetinin onunla kurtulabileceği" yazılıdır.
Diğer bir mektubta: Bu memleket, millet ve hükümet Risale-i Nur'a şiddetle muhtaç olduğu halde, Risale-i Nur'un ehemmiyetli rükünlerinden üçünün Sulh mahkemesine çağırılmasıyla ikiyüzbinden ziyade Nur Şâkirdlerini mahzun ederek dünya cereyanlarına girmeye mecbur ettiğini, idare ve âsâyişe büyük bir hıyanet olduğu; bu mübarek gecelerde o hâlis yüzbinler ehl-i imânın beddualarından çekinmek lazımdır, yoksa o mazlumların âhı arşa çıkar ve büyük semâvî belalar iner" diye yazılmaktadır. Altıncı sualin tetimme ve hâşiyesi başlıklı bir yazıda, Erzincan ve İzmir taraflarındaki zelzelelere sebeb olarak; "İntibaha gelmeyen gâfilleri uyandırmak ve o gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslamiyet sahibleri az veya tam mağlub olduğundan, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir faaliyet merkezi tesis etmiş olduklarından, en evvel oraların tokatlanması ihtimali vardır" denilmektedir.
Said'in bir mektubunda: "Hocaların Risale-i Nur'a karşı alâkasız kaldıkları; minare kadar yüksek bir adamın, alnında zâhir okunacak bir yazı bulunacağını ve hem birden elinin bir suyla delineceğini zannediyorlar" diye yazılmaktadır.
Halil Çalışkan tarafından Ceylan'a yazılan bir mektubta; "Vazifeleri olan mektubları bitirdikleri, Üstadın tashih ettiği, sonra bir nüsha daha yazacakları.." Halil Çalışkan'ın ustasına yazdığı bir mektubta: "Kendisinin, Üstadın şahsî ve yazı işleri ile vazifelendirildiğinden, hizmet-i Nuriye herşeyden kudsî olduğu için işinden bil-rıza ayrıldığı" yazılıyor.
Mustafa Osman imzalı bir mektubta: "Hayatını Üstadın yoluna kurban ettiğine" dair uzun yazılar vardır.
Husrev imzalı diğer mektubta: "Gelen mektubların suretlerini çıkararak başka yerlere gönderdiği, tashih edilen risaleleri basmakta ve teksir etmekte olduğu" yazılıyor. Ceylan'ın bir mektubunda da: "Küçük Ali'nin, Tılsımlar Mecmuasının tashihini bitirdikten sonra Onaltıncı Lem'a dan itibaren mütebakisinin yazmağa başlayacağı; 270 aded Rehber'in İstanbul'a ciltletmeğe gönderildiği; Sikke-i Tasdik Mecmualarının henüz yetişmediği; Tılsımlar Mecmuasından makine ile çıkan altmış sahifenin de takdim edildiği" yazılıyor.
Mehmed Yayla'ya aid dosyada, Tahirî tarafından yazılan bir mektubta: "Risalelerden lüzum ederse buradan gönderelim. Yeter ki, siz orada Risale-i Nur'u yaymağa çalışınız." deniyor.
Emirdağ-'lıların dosyasında, Ceylan Çalışkan'ın Isparta'dan yazdığı bir mektubta: "Risale-i Nur'un önüne ince beyaz kağıd koyup kopya ederek teksir etmeleri, Risale-i Nur'ları şuradan buradan alıp başkalarına vererek hizmet-i Nuriyelerine devam etmeleri: Hayri ve Mustafa ve Camcı Mehmed'in de ellerindeki vazifelerine dikkat etmeleri ve çabuk bitirmeleri" yazılıyor.
Tahirî Mutlu ve Mustafa Gül'ün dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubda: "Ahmed Feyzi'nin gayretiyle Aydın'da yine Nurların lehine bir intibah olduğu ve hususan Ali Akdağ'ın Nurlara müştak çalışkan bir kardaş olduğu" yazılıyor.
Rasih Çetin'in dosyasında, Said'in bir mektubunda: "Sanıklarından Hıfzı, Safranbolu'nun küçük medresesinin bir kahramanı olarak" vasıflandırılıyor.
Rıfat Filizer'in dosyasında, Rıfat'ın Sabri Halıcı'ya yazdığı bir mektubta: "Gençlik Rehberi'ni aldığı, Ankara Risale-i Nur Talebeleri nâmına teşekkür ettiği; nur faaliyetinin ümid verici olduğu"; Safranbolulu Mustafa Osman'dan aldığı bir mektubta: "Profesör Münif Çelebi ve yarbay mütekaidiyle görüşmesinin tavsiye edildiği; Ahmed Kemâleddin Pala ve oğluna Risale-i Nur'u verdiği; Mustafa Hulûsi Efendi'nin müridlerinin birinin de Nur'la meşgul olduğu müjdelenerek faaliyetin mükemmel olduğu, üniversite ve diğer mektebler öğretmen ve talebelerine tevzi edilmek üzere Nur risalelerinin gönderilmesi, bunların seksen ile yüz forma halinde tevzi edecekleri; kendisinin yazmakta olduğu risalenin de bitmek üzere olduğu" yazılıyor.
Nebi Uluçay'ın dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubta: "Otomobil ile gelen onbeş Sikke-i Gaybiye ve elli Rehber'i aldım. Casus polislerin dikkati altında çare bulamadım ki, Hafız Ali, İbrahim ve Mustafa kardaşlarımı yanıma alayım. Onlar buradan hareket ettikten sonra bir parça tatlı teberrük bırakmışlar. İki köyün nâmına mübarek ilaç gibi kabûl ettim. Fakat kaideme muhalif olmamak için ne arzuları varsa benim bedelime onlara verilsin. Onların mübarek kaplarını da yine onlara bir teberrük olarak gönderiyorum. Bu def'a gizli düşmanlarımızın planlarıyla Nurların fütuhatlarına sed çekmemek için ihtiyat, tesanüd, metanet lazımdır. Hiç şevkiniz kırılmasın. Merak etmeyiniz. İnayet-i İlâhiyenin bu def'a bizi muhafaza ettiği kat'i tahakkuk etti." deniyor. Ve mektubun altında yazılan bir haşiyede "Bu def'a bana mahkemede sordukları pekçok manasız sualler içinde: Ne ile yaşıyorsun? Dediler. dedim ki : İktisad bereketiyle... Bir vakit Isparta'da bir Ramazanda; bir ekmek, bir kilo torba yoğurdu, bir kilo pirinç ile yaşayan bir adam, maişet için dünyaya tenezzül etmez ve hediyeyi de kabûl etmeye mecbur olmaz, dedim." diyor.
Hamid Gürsoy'un dosyasında, Said Nursî imzalı bir mektubta: "Husrev ve Tahiri gibi vazifelerini tam yapan ve onların sisteminde diğer bir Nurcuyu Sulh Mahkemesine vermenin neticede büyük bir inayet ve fütuhat olacağı; Ankara'da Mustafa Kemal'in şiddet ve hiddetle divan riyasetine girip; "Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin." dediğini, kendisinin de ona: "Namaz kılmayan hâindir. Hainin hükmü merduttur." dediğini, bir nev'i tarziye verip hiddetini geri aldığını ve hissiyatını ve prensiplerini rencide ettiği halde, kendisine ilişmemesini, bu cebbar kumandanların adeta Eski Said'den korkmasının Risale-i Nur'un ileride kahraman şakirdlerin şahs-ı manevisinin harika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerameti olduğu; İngiliz devlet hatiblerinin "İslamiyeti kabûl etmek lâzımdır" diye bağırdıkları, o devletin hem dünyası, hem saltanatı ve hem saadetinin onunla kurtulabileceği" yazılıdır.
Diğer bir mektubta: Bu memleket, millet ve hükümet Risale-i Nur'a şiddetle muhtaç olduğu halde, Risale-i Nur'un ehemmiyetli rükünlerinden üçünün Sulh mahkemesine çağırılmasıyla ikiyüzbinden ziyade Nur Şâkirdlerini mahzun ederek dünya cereyanlarına girmeye mecbur ettiğini, idare ve âsâyişe büyük bir hıyanet olduğu; bu mübarek gecelerde o hâlis yüzbinler ehl-i imânın beddualarından çekinmek lazımdır, yoksa o mazlumların âhı arşa çıkar ve büyük semâvî belalar iner" diye yazılmaktadır. Altıncı sualin tetimme ve hâşiyesi başlıklı bir yazıda, Erzincan ve İzmir taraflarındaki zelzelelere sebeb olarak; "İntibaha gelmeyen gâfilleri uyandırmak ve o gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslamiyet sahibleri az veya tam mağlub olduğundan, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir faaliyet merkezi tesis etmiş olduklarından, en evvel oraların tokatlanması ihtimali vardır" denilmektedir.
Said'in bir mektubunda: "Hocaların Risale-i Nur'a karşı alâkasız kaldıkları; minare kadar yüksek bir adamın, alnında zâhir okunacak bir yazı bulunacağını ve hem birden elinin bir suyla delineceğini zannediyorlar" diye yazılmaktadır.
Ses Yok