Müdafalar | Müdafalar | 136
(1-190)
18.Lem'a'da : "1349; Arabî hurufu terk ile ecnebi hurufuna İslâm içinde başlanacak. Bu huruf, çoluk-çocuk ve kadınlara, ramazan gecelerinde gece dersleriyle öğretilecek. Ecnebi hurufunun intişarı zamanı olan o âhirzamanın fena adamları, hırs sebebiyle batınlarını haramla doldurmak için bid'a'lara yardım ve fetva verenlerdir." Lâtin hurufunun İslamlar içinde cebren kabûl ettirildiği esefle kaydedildikten sonra, "bu tarih, Nurların mücadelesinin başlangıcı" gösteriliyor. "Risale-i Nur Şâkirdleri hatt-ı Kur'aniyeyi muhafaza ediyorlar. Risale-i Nur eczalarıyla ve intişar eden yüzyirmi bir nüshasıyla ve laakal yüzbin adamı huruf-u Kur'aniye lehine Sünnet-i Seniyeye ittiba ve imânlarının takviyesine ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) hiddet ettiği iki cereyana karşı tamamıyla mukavemet ettiklerinden, Hazret-i Ali (R.A.) onlara bakıyor." deniliyor. 21.Lem'a'da : "Madem ihlasta çok nurlar, çok kuvvetler var. Ve madem bu müdhiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde, şiddetli tazyikat karşısında ve savleti bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zaif ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet büyük, umumi ve kudsî hizmet-i Kur'aniye omuzumuza ihsan-ı İlâhi tarafından konulmuştur. Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Bu umûr-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar, o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşırlar. Bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir."
"Bid'aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-ı Kur'aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabı kazanabilir. Böyle zamanda hakâik-ı imâniyeye ve esrar-ı Şeriata ve Sünnet-i Seniyeye hizmet eden mübarek hâlis kalemlerden akan siyah nur, âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedânın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size faide verebilir." denilmektedir.
Yirmidördüncü Lem'a (Tesettür hakkında) : Tesettürün, Kur'an'ın emri olduğunu izahtan sonra; "Mesmuatıma göre merkez-i hükümette, çarşı içinde, gündüz ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbesi büyük bir adamın açık bacaklı karısına sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor." denilmektedir.
Yirmialtıncı Lem'a (İhtiyarlar hakkında) : "Ankara'nın eskimiş kal'asının başına çıktım. O kal'a tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Benim ihtiyarlığım, kal'anın ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti'nin ihtiyarlığı, Hilâfet Saltanatının vefatı bana gayet hazin geldi. Firkatli bir hâlet içinde geçmiş zamanın derelerine, gelecek zamanın tepelerine baktım. Mazi, teselli yerine dehşet verdi. İstikbal, benim ve emsâlimin ve nesl-i âtiyenin büyük ve karanlık bir kabri surretinde göründü. Hazır günüme baktım: Ölümünde bir hareket-i mezbuhanenin ızdırabını çeken cismimin cenazesini çeken bir tabut suretinde.." denmektedir.
Yirmiyedinci Lem'a'da : "Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını Hacca gitmek için sakladım. O cüz'i para, iktisad ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz suyumu döktürmedi. O mübarek paradan biraz daha var." deniliyor.
Yirmiikinci Lem'a, mahrem işaretli ve "en has ve hâlis ve sâdık kardaşlarıma mahsustur" kayıdlıdır.
Birinci İşaret: "Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki, onlar senin âhiretine karışıyorlar?"
Bu suale cevab verecek Isparta vilayetinin hükümeti ve bu vilayetin milletidir. İkinci İşaret : Ehl-i dünya tarafından deniyor ki: "Sen neden bizden küstün. Hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekva edip, "bana zulmediyorsunuz!" diyorsun? Halbuki bizim prensibimiz var; bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Kanunu tatbik eden zâlim olmaz. Kabul etmeyen isyan eder. Sen, kâh hocalık, kâh şeyhlik, kâh zâhidlik suretiyle teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, hükümetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimai elde etmeye çalıştığın, zâhir hâlin ve eski zamandaki macerâyı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Sosyalizm ve Bolşevizm düsturları daha ziyade işimize yaradığı için kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor."
Elcevab : Nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayesi ve zenbereği; fazilettir. Fazileti kaldırmak; mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin ölmesiyle, ruhun mahvıyla olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın yüzüne çarpılmağa lâyık bir tokad olarak derim:
Ne mümkün zulm ile, bidâd ile, imha-yı hakikat Çalış, Kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.
Bana eski bir mütegallib ve daima fırsat bekleyen bir fikr-i istibdad ve tahakküm taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassud ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükümet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan böyle muameleye, değil ben, belki (eğer bilse) nev-i beşer, kâinat küser!..
Üçüncü İşaret : Ehl-i hüküm diyorlar : Madem sen bu memlekette duruyorsun. Bu memleketin cumhuriyet kanunlarına inkıyad etmek lazım gelirken, sen neden inziva perdesi altında kendini o kanunlardan kurtarıyorsun? Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun?
Elcevab : Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler. Madem insan yalnız cesedden ibaret değildir.. Kalb, dil, akıl, dimağ, imha edilmez. Onlar da idare isterler. Ebed tarafına giden yolculara vesika vermek, hem o zulümatlı yola nur vermek en mühim bir vazifedir. İmanın ders ve takviyesi vazifesini gören ehl-i marifet, herhalde küfran-ı nimet suretiyle kendine edilen ni'met-i İlahiyye ve fazilet-i Kur'aniyeyi hiçe sayıp, sefihlerin ve fasıkların makamına sukut etmeyecektir. Sizin gibi enaniyette bu kanun müsavatını kırmakla fir'avunluk derecesinde ileri giden münkirlere karşı demiyorum. Çünki : Münkirlere karşı tevazu ise, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevazi kısmına derim ki: Ehl-i maarif, kimde mârifet ve ilmi görse, ona hürmet besler. Bu biçare ehl-i marifete en ziyade sıkıntı veren ve hakkında adavet besleyen, belki maarif dairesine mensub olanlardır. Bu hale ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maarif-perverlik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyetperverlik midir? Hâşâ! Hiçbirşey değil.." dedikten sonra, cevab olarak bir kısım âyetler konmuştur. Hatime kısmında: "Onların zâlimâne bana karşı muamelelerinin karşısında, kader-i İlâhiyi düşünüp hakkımda adalet etmiş, derim. Yine Cenab-ı Hak'ka hadsiz şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-yı ihlas oldu." denilmektedir.
"Bid'aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-ı Kur'aniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabı kazanabilir. Böyle zamanda hakâik-ı imâniyeye ve esrar-ı Şeriata ve Sünnet-i Seniyeye hizmet eden mübarek hâlis kalemlerden akan siyah nur, âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedânın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size faide verebilir." denilmektedir.
Yirmidördüncü Lem'a (Tesettür hakkında) : Tesettürün, Kur'an'ın emri olduğunu izahtan sonra; "Mesmuatıma göre merkez-i hükümette, çarşı içinde, gündüz ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbesi büyük bir adamın açık bacaklı karısına sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor." denilmektedir.
Yirmialtıncı Lem'a (İhtiyarlar hakkında) : "Ankara'nın eskimiş kal'asının başına çıktım. O kal'a tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Benim ihtiyarlığım, kal'anın ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti'nin ihtiyarlığı, Hilâfet Saltanatının vefatı bana gayet hazin geldi. Firkatli bir hâlet içinde geçmiş zamanın derelerine, gelecek zamanın tepelerine baktım. Mazi, teselli yerine dehşet verdi. İstikbal, benim ve emsâlimin ve nesl-i âtiyenin büyük ve karanlık bir kabri surretinde göründü. Hazır günüme baktım: Ölümünde bir hareket-i mezbuhanenin ızdırabını çeken cismimin cenazesini çeken bir tabut suretinde.." denmektedir.
Yirmiyedinci Lem'a'da : "Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de aldığım maaştan çoğunu sarfetmiştim. Az bir kısmını Hacca gitmek için sakladım. O cüz'i para, iktisad ve kanaat bereketiyle bana kâfi geldi. Yüz suyumu döktürmedi. O mübarek paradan biraz daha var." deniliyor.
Yirmiikinci Lem'a, mahrem işaretli ve "en has ve hâlis ve sâdık kardaşlarıma mahsustur" kayıdlıdır.
Birinci İşaret: "Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki, onlar senin âhiretine karışıyorlar?"
Bu suale cevab verecek Isparta vilayetinin hükümeti ve bu vilayetin milletidir. İkinci İşaret : Ehl-i dünya tarafından deniyor ki: "Sen neden bizden küstün. Hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekva edip, "bana zulmediyorsunuz!" diyorsun? Halbuki bizim prensibimiz var; bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Kanunu tatbik eden zâlim olmaz. Kabul etmeyen isyan eder. Sen, kâh hocalık, kâh şeyhlik, kâh zâhidlik suretiyle teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, hükümetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimai elde etmeye çalıştığın, zâhir hâlin ve eski zamandaki macerâyı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Sosyalizm ve Bolşevizm düsturları daha ziyade işimize yaradığı için kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor."
Elcevab : Nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayesi ve zenbereği; fazilettir. Fazileti kaldırmak; mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin ölmesiyle, ruhun mahvıyla olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın yüzüne çarpılmağa lâyık bir tokad olarak derim:
Ne mümkün zulm ile, bidâd ile, imha-yı hakikat Çalış, Kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.
Bana eski bir mütegallib ve daima fırsat bekleyen bir fikr-i istibdad ve tahakküm taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassud ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükümet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan böyle muameleye, değil ben, belki (eğer bilse) nev-i beşer, kâinat küser!..
Üçüncü İşaret : Ehl-i hüküm diyorlar : Madem sen bu memlekette duruyorsun. Bu memleketin cumhuriyet kanunlarına inkıyad etmek lazım gelirken, sen neden inziva perdesi altında kendini o kanunlardan kurtarıyorsun? Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun?
Elcevab : Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler. Madem insan yalnız cesedden ibaret değildir.. Kalb, dil, akıl, dimağ, imha edilmez. Onlar da idare isterler. Ebed tarafına giden yolculara vesika vermek, hem o zulümatlı yola nur vermek en mühim bir vazifedir. İmanın ders ve takviyesi vazifesini gören ehl-i marifet, herhalde küfran-ı nimet suretiyle kendine edilen ni'met-i İlahiyye ve fazilet-i Kur'aniyeyi hiçe sayıp, sefihlerin ve fasıkların makamına sukut etmeyecektir. Sizin gibi enaniyette bu kanun müsavatını kırmakla fir'avunluk derecesinde ileri giden münkirlere karşı demiyorum. Çünki : Münkirlere karşı tevazu ise, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevazi kısmına derim ki: Ehl-i maarif, kimde mârifet ve ilmi görse, ona hürmet besler. Bu biçare ehl-i marifete en ziyade sıkıntı veren ve hakkında adavet besleyen, belki maarif dairesine mensub olanlardır. Bu hale ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maarif-perverlik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyetperverlik midir? Hâşâ! Hiçbirşey değil.." dedikten sonra, cevab olarak bir kısım âyetler konmuştur. Hatime kısmında: "Onların zâlimâne bana karşı muamelelerinin karşısında, kader-i İlâhiyi düşünüp hakkımda adalet etmiş, derim. Yine Cenab-ı Hak'ka hadsiz şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-yı ihlas oldu." denilmektedir.
Ses Yok