Müdafalar | Müdafalar | 133
(1-190)
28.Mektub'da : "Mahremdir, herkese gösterilmez." kayıtlı, Dördüncü Mes'ele başlıklı yazıda:
"Hıyanet niyetiyle her ne vakit bir hain memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyorum. İhvanlarıma tavsiyem şudur ki: Zaruret-i Kat'iye olmazsa onlarla uğraşmayınız. Tenezzül edip, onlarla münakaşa etmeyiniz. Fakat, buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karşı zaaf göstermek, onu hücûma teşci'ettiği gibi; canavar bir vicdanı taşıyanlara karşı dalkavukluk etmekle zaaf gösterilmiş olur, onları tecavüze sevkeder. Müteyakkız davranmalı. Dostların lâkaydlıklarından veya gafletlerinden gizli zındıka taraftarları istifade etmesinler."
"Şimdi ve hatta oniki seneye yakındır ki; اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip, siyaseti her cihette atmışım. Beni sıkan ve sıkıştıran ve yedi senedir müdhiş bir esarette beni durduran; zındıka ile telezzüz edenlerdir. O zındıka ehli bilsinler ve haberleri olsun ki: Kur'an'ın elmas kılıncıyla, onların beyinlerini kırmışım! Onlara karşı gâlibim. Maatteessüf, el altında bana hücûm ediyorlar.
"Bana karşı yedi senedeki yapılan muameleler, sırf keyfî ve fevkalkanundur. Yılanları, köpekleri bana musallat ediyorlar. Bir kısım me'murlar, nüfûz-u hükûmeti ağraz-ı şahsiyede isti'mâl ediyorlar. Onlar, beni bir köyde mahpus zannediyorlar. O gizli zındıkların rağmına olarak, Barla kürsi-i ders olup, Isparta vilayeti de medrese hükmüne geçti."
"İhtiyarımız ve haberimiz olmadan mühim işlerde kullanılıyoruz. Şuurumuz ve irademizden hariç, bir kısım inâyâta ve teshilâta mazhar oluyoruz. O inayetlerden; Birisi : Tevafukattır.
İkincisi : Kuvvetli, ciddi, samimi, gayyûr ve fedâkâr, kalemleri birer elmas kılınç olan kardaşları bana muavin ihsan eyledi. Sabri'nin tabiriyle: Nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler gibi, esrar-ı Kur'aniyeyi ve envar-ı imâniyeyi etrafına neşr ve her tarafa işittirmeleri; (hurufatın değiştiği, matbaanın olmadığı, herkesin envar-ı imâniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) hem fütur verecek, şevki kıracak çok esbab varken, bunların fütursuz, kemâl-i şevk ve gayretle hizmetleri, bir keramet-i Kur'aniye, zâhir bir inâyet-i İlâhiyedir. Böyle bir cemaatın şahs-ı mânevisi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir.
3.İşaret : Risale-i Nur eczalarının en mühim hakâik-ı imâniyeyi en muannide karşı parlak surette isbatı...
4.İşaret : Bütün risalelerde derin hakâik, temsilat vasıtasıyla en ümmî olanlara kadar ders veriliyor.
5.İşaret : En büyük âlimden, en büyük veliden tut, en muannid dinsiz bir feylesofa kadar, o risaleleri gördükleri, okudukları ve tokatlarını yedikleri halde tenkid edilmemesi...
6.İşaret : Şu yedi sene gurbetim ve sebebsiz arzumun hilâfına tecridim, yalnız bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim; doğrudan doğruya hizmet-i Kur'aniyeyi hâlis ve sâfi bir surette yaptırmak için verildiğine şüphem kalmamıştır. Yazılan eser ve risaleler, hariçten hiçbir sebeb gelmeyerek, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binâen âni olarak ihsan edilmiş. Tam zamanında ihtiyaca muvafık ve derde layık bir ilaç hükmüne geçiyor.
7.İşaret : Bu hizmetimiz zamanında beş-altı sene zarfında, mübalağasız yüz eser-i ihsan-ı İlâhi ve kerâmat-ı Kur'aniyeyi gözümüzle gördük. 16,26,28. Mektublarda beyan ettik..."
"Yazdığımız risalelerde, Kur'an kelimesi ve Resûl-i Ekrem kelimelerinde öyle bir tevafuk görülüyor ki; bu bir kasd ile tanzim edilip, vaziyet veriliyor. Kasden bizim olmadığına delil de: Üç-dört sene sonra muttali olduğumuz... Ondokuzuncu Mektub'un Onsekizinci İşaret'inde bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur'an tevafuku bulunduğu halde, bir birine hat çektik; mecmuunda "Muhammed" lafzı çıktı. Bu ne tesadüfün işi, ne de müellif ve müstensihin düşünüşüdür."
"Birinci Şua'da, Kur'an-ı Kerim'de otuzüç âyetin hem mânasıyla, hem cifir hesabıyla müttefikan Risale-i Nur'u gösterdiği, bu sebeble Risale-i Nur'un Kur'an'ın bâhir bir bürhanı, kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem'a-i i'câz-i mânevisi olduğu" iddia olunuyor. "Bir âyette Risale-i Nur müellifinin velâdetini haber verdiği; bir âyette Said Nursî'nin meyyit hükmünde olduğu, Risale-i Nur'la ihya edildiği; Risale-i Nur müellifinin hem hayat-ı maddiye ve hem maneviyesine işaret olduğu ve bir ayette Risale-i Nur'un muarızlarına ve onların cereyanlarının mebdeine ve faaliyet devresine ve müntehasına işaret olunduğu... 1344 tarihinin, Risale-i Nur Şâkirdlerinin mücâhede-i mâneviye atılmaları tarihine tetabuk ettiği; yine bir ayette, risalet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında nâibleri ve vârisleri ve vekilleri bulunmak kaidesiyle bir mâna-yı remzi cihetinden, vazife-i irsiyeti tam yapan Risale-i Nur olduğu... 1351 tarihinin Risale-i Nur'un şimdilik beyanına izinli olmadığı ehemmiyetli bir vazifesinde, bu emr-i Kur'aniye imtisalinin tarihine tam tamına tevafuk ettiği" yazılıyor. Selâhaddin Çelebi'nin Risale-i Nur'a aid bir istihracından bahsolunuyor. Ayetin hakiki manası: "Su bulamadığınız vakitte, temiz toprakla teyemmüm ediniz." mânâ-yı işârisi: Medrese ve irşadgâhların seddiyle ve ehl-i ilim sarıklarının açılmasıyla, mânevi susuzluk başladığı hengâmda, Risale-i Nur'un onbeş senede kazanılan iman-ı tahkikiyi onbeş haftada, belki bazen onbeş saatte, sarsılmayacak derecede kazandırmasıdır."
"Bir âyetin işâretiyle: Kadınların çıplak bacak olarak erkeklere karışması, Risale-i Nur'un şiddetli taarruzları içinde, tesettür lehinde kuvvetli mukavemeti zamanına, 1347 tarihine parmak basmıştır. Bu tarihte câzibedar fitne-i nisânın, ehl-i İslâmı içine cezbetmesi, ref'-i tesettürün resmileşmesidir. Risale-i Nur'un tam mücâhedesi de aynı tarihe tesadüf eder." denilmektedir.
Yine Risale-i Nur'un faal bir şakirdi olan Ahmed Nazif'in bir istihracı: "1340, Risale-i Nur'un zuhuruna tetabuku; 1380 ise Risale-i Nur'un, küre-i arzın bir siracü'n-nûru olacağına remz-i Kur'ani oluduğu; “daîyen ilalllah” kelimesinin, Bediüzzaman'ın makamına... ve sadece “daîyen” kelimesinin, Said ismine tevafuk ettiği... Risale-i Nur'un makam-ı cifrisinin 947 ve Risale-i Nur taifesinin devamının da, 1542'de nihayete ereceğinin gösterildiği" yazılıyor.
31.Mektub'un 3. Mes'elesinde : "Medeni Kanunun, kızlara merhamet edeceğiz diye, hakkından fazla ona hak vermesi, şedid bir zulümdür. Belki, kızları sağ olarak defnetmek gibi bir zulmü andırır. Şu zamanın hırs-ı vahşiyânesinin, merhametsiz bir şenaate yol açmasının ihtimali vardır. Vâlidenin hakkını kesmekle daha şiddetli bir haksızlık ediliyor." denilmektedir.
Ses Yok