Müdafalar | Müdafalar | 132
(1-190)
Yirmialtıncı Söz Risalesinde : "33 adet Sözlerin, 33 adet Mektubların, 31 adet Lem'aların ve 13 adet Şuaların mecmuuna Risale-i Nur denilmesinin sırrı şudur ki: Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle, karyem Nurs'dur, merhum validemin ismi Nuriyedir. Nakşi üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir. Kadiri üstadlarımdan, Nureddin, Kur'an üstadlarımdan Nurî, talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli bulunanlardır. (Haşiye) (Ne garibtir ki, mühim Nur şâkirdleri arasında Nuri isimli kimseye rastlanmamaktadır.) Hem kitaplarımı en ziyade izah ve tenvir eden nur temsilleridir. Hem hakaik-i İlâhiyede müşkilatımın ekserini halleden esmâ-i Hüsnâdan Nur ism-i Nurânisidir. Hem Kur'ana şiddet-i şevk ve inhisar-ı hizmetin için hususi imamım, Zinnûreyn'dir. (R.A.)" Yirmialtıncı Mektub'da Said Nursî kendisinden bahisle: "Bu biçâre kardeşinizde üç şahsiyet var ki, birbirinden çok uzaktırlar. Birincisi: Kur'an-ı Hakim hazine-i âliyesinin dellallığı cihetindeki muvakkat ve sırf Kur'an'a aid bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlak var ki, o benim değil, ben sahibi değilim. O, makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız; o, makamındır. İkinci şahsiyet: Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlâhiye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hak'kın ihsaniyle muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki; o şahsiyetin bazı âsârı var. Mâna-yı ubûdiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki; o şahsiyet ile kendimi herkesten ziyade bedbaht, biçâre, âciz ve kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh ü sena etse, beni inandıramaz ki, iyiyim, sahib-i kemâlim. Üçüncüsü : Hakiki şahsiyetim, Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var. Onda Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlar var ki, bazan riya ve hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem asil bir hanedandan olmadığımdan, hisset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlaklar görünüyor. Sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim. Cenab-ı Hak merhametkârane inayetini benim hakkımda böyle göstermiş ki, en edna bir nefer gibi bu şahsımı en âli ve hâs bir mürşid hükmünde olan esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun!.. Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ.."
Aynı mektubun Üçüncü Mebhas'ının Birinci Mes'elesinde : "Fikr-i milliyet şu asırda pek çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zâlimleri, İslamlar içinde bunu menfi bir surette uyandırıyorlar. Menfi unsuriyet fikriyle, şark vilayetlerindeki vatandaşlara ve cenub tarafındaki dindaşlara adavet
beslettiriyorlar. Onlara karşı cephe almak, çok zararlı ve tehlikeli.." deniyor. Dördüncü Mes'elede : "İslâmiyetin verdiği uhuvvet yerine, uhuvvet-i milliyeyi ikame etmek; bir kal'anın taşlarını, kal'anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev'inden ahmakâne bir cinayettir. İşte ey Ehl-i Kur'an olan şu vatanın evladları! Abbasi zamanından beri bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'anı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi Kur'an'a ve İslâmiyete kal'a yaptınız; bütün dünyayı susturdunuz. Ey Türk Kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslamiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Bütün senin mazideki mefahirin, İslamiyet defterine geçmiş. Bu mefahir; zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, şeytanların vesveseleriyle o mefahiri kalbinden ve milliyetinden silme!.." Beşinci Mes'elede : "Asya'da akvam, fikr-i milliyeye sarılıp aynen Avrupa'yı her cihetten taklid ederek, mukaddesatlarını o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki; Avrupa bir dükkân, bir kışla ise; Asya, bir mezraa, bir câmi hükmündedir. Bir dükkancı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyetiyle mescid vaziyeti bir olamaz.. Asya akvamını intibaha getirecek, terakki ettirecek, idare edecek; din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise, dine yardım etmeli, yerine geçmemeli. Sâniyen : Din-i İslâmı, Hıristiyan dinine kıyas edip, Avrupa gibi dine karşı lakayd olmak, pek büyük hatadır. Evvelâ : Avrupa dinine sahibdir Belki bir cihette müteassıbdır. Avrupa, dinine müteassıb olduğu zamanda medenî değildi. Taassubu terk etti, medenîleşti. Ehl-i İslâm ise; ne vakit dinine ciddi sahib olmuşlarsa, o zamana nisbeten terakki etmişler. Ne vakit dine karşı lakaydlık vaziyetini almışlarsa; perişan olmuşlar, tedenni etmişlerdir. İslâmiyet, fukaraların, ehl-i ilmin melcei, kal'ası olmuştur. Heyhat! Nerede millete şefkat ve nerede millet yolunda fedakârlık? Rahmet-i İlâhiyeden ümit kesilmez. Çünki: Cenâb-ı Hak, bin seneden beri şu Kur'an'ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar ta'yin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla perişan etmez. Yine o nûru ışıklandırır..." Bir çok hadiseler zikrettikten sonra; "Kanaat gelirse; şahsıma karşı değil, belki hizmet-i Kur'aniye noktasından ve sırf o noktada bir ikram-ı İlâhi var. Ve bir inayet-i Rabbâniye altında hizmet ediyoruz." 31.Mektub'un Sekizinci Şua'ında: "İmam-ı Ali'nin, Risale-i Nur'a dair kerametlerinden, Siracü'n-Nur'u haber verdiğini; onun en nâmdar risalelerine parmak bastığından ve âdeta alkışladığından ve sekiz remizle meşhur bir kısım risaleleri gösterdiğinden" bahisle, "Risale-i Nur'un, Kur'an'ın işaret ve iltifatına ve Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.)'ın takdir ve tahsinine, teveccüh ve tebşirine mazhar olduğunu" iddia etmekde ve bunu bazı hadislerden aldığı cifir ve tevafuklar ile isbatına çalışmaktadır."
_______
Hâşiye : O zaman öyle idi. Şimdi yirmi sene oldu.
Ses Yok