Müdafalar | Müdafalar | 129
(1-190)
Bir rivayette : "İslâm Deccalı, Horasan taraflarında zuhur edecek." denilmiş. Allahu a'lem bunun bir te'vili şudur ki: "Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk Milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup ve daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamanki meskenini zikretmekle, Süfyanın onların içinde zuhur edeceğine işaret eder. Çok garibdir ki, yediyüz sene müddetle İslâmiyetin ve Kur'an'ın elinde şeref-şiâr bir elmas kılınç olan Türk Milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin birkısım şeâirine karşı istimal etmeğe çalışır!" denilmektedir.
Hücûmât-ı Sitte'nin altıncı sahifesinden: "Alem-i İslâm, muazzam bir camidir. Ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattır. Haylaz çocuklar ise; çocuk akıllı dalkavuklar, serseri ahlaksızlardır, frenk-meşreb, milliyetsiz ve dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyirciler ise, ecnebilerin nâşir-i efkârı olan gazetecilerdir." 13ile 15. sahifelerde: "İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihad-ı mânevinizden vazgeçirmek için size hücum etseler; deyiniz: "Biz hizbu'l-Kur'an'ız. Kur'an'ın kal'asındayız. Binler ihtimalden bir tek ihtimal-i tehlike korkusuyla bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli!" deyip, ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup, tard etmelisiniz.
Hem o dalkavuklara deyiniz ki: "Yüzde yüz ihtimal ile bir felaket gelse; zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız. Çünki, mükerrer tecrübelerle görülmüştür ki: Üstadına tehlike zamanında hıyanet edenlerin, gelen bela evvel onların başında patlar."
18.sahifede.: "Şimdi diyorum: Ey kardeşlerim! İngiliz gibi en cebbar bir hükümetin istila ettiği bir zamanda, matbaa lisanıyla onlara mukabele etmekte tehlike yüzde yüz iken, hıfz-ı Kur'anî kâfi olması, elbette ehemmiyetsiz zâlimlerin elinden gelen zararlara karşı, yüz derece kâfidir. Hem askerlikde en ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yaralananlar ise siperlerinde sebat edenlerdir."
22 ila 40. sahifelerde: "Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalâletin münafıkları, sizi, insanın şu zaif damarı olan tama' yüzünden yakalarlarsa; bu fakir kardeşinizi numûne-i imtisal ediniz. Bütün kuvvetimle sizi te'min ederim ki: Kanaat ve iktisad; maaşdan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı te'min eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden ona mukabil bin kat fazla fiat isteyecek. İhtar : Ehl-i dalâlet, hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeye karşı münafıkâne ve desisekârane iğfal ve hile dâmını istimâl ediyorlar. Dostlarımı hubb-u cah, tama', havf ile aldatmak ve beni bazı isnadlarla çürütmek istiyorlar. Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet olarak hareket ediyoruz. Fakat maatteessüf, herbir emr-i hayırda bulunan mani'leri def'etmek vazifesi, bizi bazan menfi harekete sevk ediyor. Dördüncü Desise-i Şeytaniye : Ehl-i dalâletin, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardaşlarımı aldatmak ve asabiyet-i milliyelerini tahrik etmek için: "Said bir Kürdtür. Milliyetinize sâdık olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek, hamiyet-i milliyeye münâfidir.!"
Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan o hamiyet-füruş mülhidlere derim ki: "Ben, bu vatan evladlarına ve Türk Milletine, İslâmiyet hesabına müftehirane ve taraftarâne muhabbettârım, uhuvvetim var. Sen ise ey hamiyet-furuş sahtekâr! Türk'ün mefâhir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette mecâzi ve unsûrî, muvakkat, garazkârâne bir uhuvvetin var.
Senden soruyorum : Türk milleti yalnız yirmi ile kırk yaş arasındaki gâfil, heveskâr gençlerden mi ibarettir? Hem, hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştirip ve ahlaksızlıklara alıştıran ve menhiyata teşci eden frenk-meşrebâne terbiye midir? Türk Milleti denen şu vatan evladı; ehl-i salâhat ve takva; musibetzede ve hasta; ihtiyar ve zaifler; çocuklar; fakir ve âcizler ve gençlerden ibaret olmak üzere altı kısımdır. Altıncı taifeye sarhoşçasına bir keyf vermek yolunda, o beş taifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellilerini kırmak; hamiyet-i milliye mi, yoksa millete düşmanlık mıdır?
Senden soruyorum : Ehl-i imânın, musibetzede ve hastaların menfaatı, frenk-meşrebâne ve dinsizcesine medeniyet terbiyesinde midir? Masum çocukları muvakkaten güldürecek, terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frenk usûlü, onları mânen boğazlamaktır, vahşiyâne bir gadirdir, zulümdür. Türk'ün hakiki bütün mefahir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları, Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz!
Ey efendiler! Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'an'a feda olan bu baş, size eğilmeyecek. Ey kardaşlarım! Ehl-i dalâletin dalkavukları, dikkat ediniz, sizi enaniyetle vurmasınlar! denilmektedir.
Ahmed Feyzi'nin "Maidetü'l-Kur'an ve Hazînetü'l-Bürhân" eserinin 8. sahifesinde: ''1938;ezâ-yı kâfirâneye senelerden beri sabreden ehl-i imâna, sabırlarının mükâfatı.." 9 ile 12. sahifelerde: "1915-1926; ejder-i küfrün şahlanması; ehl-i imânın mücahede ve safa yerlerini temyiz ve tebyin için vaki' olmuş bir imtihan-ı Rabbânî ve hadd-i tuğyaniyenin azâmi derecesiyle icra-yı şenaata başlayan dalâlet-i deccalâne muvacehesinde ızdırab-ı şedideye düşen Nur Şakirdleri için himaye-i İlâhiyeyi müjdelemektedir.
1928-1930;Ümmet-i Muhammediye'nin hayatı nokta-i nazarından çok şâmil bir tefsiri hâiz iki insanı haber vermektedir. Bunlardan biri: Mahz-ı mevhibe-i İlâhiye olacak ve kendisine hizmet-i İlâhiye ve hikmet-i Kur'aniye ihsan edilecek. Diğeri de: Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed'de, şeytandan daha eşedd ve müessir bir zâlim olacaktır. Filhakika: Te'sir-i dalâletkârânesi şeytandan daha eşedd ve müessir bir tağut-u dalâletin icra-yı şenaat ettiği bir devrin insanları olduğumuz gibi; ona mukabil, senâ-yı Muhammediye (A.S.M.) layık bir şekilde, mahz-ı hikmet ve mevhibeye mazar bir me'mur-u Rabbâni'nin neşr-i envâr eylediği bir devri yaşıyoruz.
hadis-i şerife'nin ifade-i riyaziyesi: 1293'te doğup, 1373'e kadar ifâ-yı cihad edecek olan bir zatın, bir cihette Âl-i pâk-i Muhammediye'den (A.S.M.) olduğuna ve hatta silsile-i sâdâtın bir mahsulü bulunduğuna şehâdet ve onun rızk-ı mübarekinin kût-u yevmiyeden ibaret bulunacağına delâlet etmektedir.
1371; vazife-i hilafetin cereyan edeceği tarihlerin mebdei... 1880; son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete, hizbu'l-Kur'an'ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur'un meydan okumasını göstermektedir." denilmektedir. Siyah kaplı defter içindeki mektublardan 15. sahifedeki Said imzalı bir mekbubda: "Ehemmiyetli bir kardaşımız, Nur'un ciddi bir nâşiri Re'fet Bey'in mektubunu aldım. Re'fet Bey'in İstanbul'a gitmesi ve faaliyette bulunmasını tebrik ederim. Gizli münafıkların takib ettikleri iki plandan birisi: Benim haysiyetimi kırmakla, güya Nurların kıymeti düşecek... İkincisi: Nur Şakirdlerine telaş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani olunacak. Hiç korkmayınız; milyonlarla kahraman başlar feda oldukları bir hakikata, bizim gibi bazı biçarelerin dahi başları da feda olsun!"
Hücûmât-ı Sitte'nin altıncı sahifesinden: "Alem-i İslâm, muazzam bir camidir. Ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattır. Haylaz çocuklar ise; çocuk akıllı dalkavuklar, serseri ahlaksızlardır, frenk-meşreb, milliyetsiz ve dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyirciler ise, ecnebilerin nâşir-i efkârı olan gazetecilerdir." 13ile 15. sahifelerde: "İşte ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihad-ı mânevinizden vazgeçirmek için size hücum etseler; deyiniz: "Biz hizbu'l-Kur'an'ız. Kur'an'ın kal'asındayız. Binler ihtimalden bir tek ihtimal-i tehlike korkusuyla bir hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli!" deyip, ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup, tard etmelisiniz.
Hem o dalkavuklara deyiniz ki: "Yüzde yüz ihtimal ile bir felaket gelse; zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp kaçmayacağız. Çünki, mükerrer tecrübelerle görülmüştür ki: Üstadına tehlike zamanında hıyanet edenlerin, gelen bela evvel onların başında patlar."
18.sahifede.: "Şimdi diyorum: Ey kardeşlerim! İngiliz gibi en cebbar bir hükümetin istila ettiği bir zamanda, matbaa lisanıyla onlara mukabele etmekte tehlike yüzde yüz iken, hıfz-ı Kur'anî kâfi olması, elbette ehemmiyetsiz zâlimlerin elinden gelen zararlara karşı, yüz derece kâfidir. Hem askerlikde en ziyade yaralananlar, siperini bırakıp kaçanlardır. En az yaralananlar ise siperlerinde sebat edenlerdir."
22 ila 40. sahifelerde: "Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalâletin münafıkları, sizi, insanın şu zaif damarı olan tama' yüzünden yakalarlarsa; bu fakir kardeşinizi numûne-i imtisal ediniz. Bütün kuvvetimle sizi te'min ederim ki: Kanaat ve iktisad; maaşdan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı te'min eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden ona mukabil bin kat fazla fiat isteyecek. İhtar : Ehl-i dalâlet, hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeye karşı münafıkâne ve desisekârane iğfal ve hile dâmını istimâl ediyorlar. Dostlarımı hubb-u cah, tama', havf ile aldatmak ve beni bazı isnadlarla çürütmek istiyorlar. Biz, kudsî hizmetimizde daima müsbet olarak hareket ediyoruz. Fakat maatteessüf, herbir emr-i hayırda bulunan mani'leri def'etmek vazifesi, bizi bazan menfi harekete sevk ediyor. Dördüncü Desise-i Şeytaniye : Ehl-i dalâletin, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardaşlarımı aldatmak ve asabiyet-i milliyelerini tahrik etmek için: "Said bir Kürdtür. Milliyetinize sâdık olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek, hamiyet-i milliyeye münâfidir.!"
Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan o hamiyet-füruş mülhidlere derim ki: "Ben, bu vatan evladlarına ve Türk Milletine, İslâmiyet hesabına müftehirane ve taraftarâne muhabbettârım, uhuvvetim var. Sen ise ey hamiyet-furuş sahtekâr! Türk'ün mefâhir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette mecâzi ve unsûrî, muvakkat, garazkârâne bir uhuvvetin var.
Senden soruyorum : Türk milleti yalnız yirmi ile kırk yaş arasındaki gâfil, heveskâr gençlerden mi ibarettir? Hem, hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştirip ve ahlaksızlıklara alıştıran ve menhiyata teşci eden frenk-meşrebâne terbiye midir? Türk Milleti denen şu vatan evladı; ehl-i salâhat ve takva; musibetzede ve hasta; ihtiyar ve zaifler; çocuklar; fakir ve âcizler ve gençlerden ibaret olmak üzere altı kısımdır. Altıncı taifeye sarhoşçasına bir keyf vermek yolunda, o beş taifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellilerini kırmak; hamiyet-i milliye mi, yoksa millete düşmanlık mıdır?
Senden soruyorum : Ehl-i imânın, musibetzede ve hastaların menfaatı, frenk-meşrebâne ve dinsizcesine medeniyet terbiyesinde midir? Masum çocukları muvakkaten güldürecek, terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frenk usûlü, onları mânen boğazlamaktır, vahşiyâne bir gadirdir, zulümdür. Türk'ün hakiki bütün mefahir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları, Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz!
Ey efendiler! Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'an'a feda olan bu baş, size eğilmeyecek. Ey kardaşlarım! Ehl-i dalâletin dalkavukları, dikkat ediniz, sizi enaniyetle vurmasınlar! denilmektedir.
Ahmed Feyzi'nin "Maidetü'l-Kur'an ve Hazînetü'l-Bürhân" eserinin 8. sahifesinde: ''1938;ezâ-yı kâfirâneye senelerden beri sabreden ehl-i imâna, sabırlarının mükâfatı.." 9 ile 12. sahifelerde: "1915-1926; ejder-i küfrün şahlanması; ehl-i imânın mücahede ve safa yerlerini temyiz ve tebyin için vaki' olmuş bir imtihan-ı Rabbânî ve hadd-i tuğyaniyenin azâmi derecesiyle icra-yı şenaata başlayan dalâlet-i deccalâne muvacehesinde ızdırab-ı şedideye düşen Nur Şakirdleri için himaye-i İlâhiyeyi müjdelemektedir.
1928-1930;Ümmet-i Muhammediye'nin hayatı nokta-i nazarından çok şâmil bir tefsiri hâiz iki insanı haber vermektedir. Bunlardan biri: Mahz-ı mevhibe-i İlâhiye olacak ve kendisine hizmet-i İlâhiye ve hikmet-i Kur'aniye ihsan edilecek. Diğeri de: Fitnesi, bu ümmet-i Muhammed'de, şeytandan daha eşedd ve müessir bir zâlim olacaktır. Filhakika: Te'sir-i dalâletkârânesi şeytandan daha eşedd ve müessir bir tağut-u dalâletin icra-yı şenaat ettiği bir devrin insanları olduğumuz gibi; ona mukabil, senâ-yı Muhammediye (A.S.M.) layık bir şekilde, mahz-ı hikmet ve mevhibeye mazar bir me'mur-u Rabbâni'nin neşr-i envâr eylediği bir devri yaşıyoruz.
hadis-i şerife'nin ifade-i riyaziyesi: 1293'te doğup, 1373'e kadar ifâ-yı cihad edecek olan bir zatın, bir cihette Âl-i pâk-i Muhammediye'den (A.S.M.) olduğuna ve hatta silsile-i sâdâtın bir mahsulü bulunduğuna şehâdet ve onun rızk-ı mübarekinin kût-u yevmiyeden ibaret bulunacağına delâlet etmektedir.
1371; vazife-i hilafetin cereyan edeceği tarihlerin mebdei... 1880; son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete, hizbu'l-Kur'an'ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur'un meydan okumasını göstermektedir." denilmektedir. Siyah kaplı defter içindeki mektublardan 15. sahifedeki Said imzalı bir mekbubda: "Ehemmiyetli bir kardaşımız, Nur'un ciddi bir nâşiri Re'fet Bey'in mektubunu aldım. Re'fet Bey'in İstanbul'a gitmesi ve faaliyette bulunmasını tebrik ederim. Gizli münafıkların takib ettikleri iki plandan birisi: Benim haysiyetimi kırmakla, güya Nurların kıymeti düşecek... İkincisi: Nur Şakirdlerine telaş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani olunacak. Hiç korkmayınız; milyonlarla kahraman başlar feda oldukları bir hakikata, bizim gibi bazı biçarelerin dahi başları da feda olsun!"
Ses Yok