Müdafalar | Müdafalar | 148
(1-190)
TEMYİZ MAHKEMESİ RİYASETİNE
Afyon Mahkemesinden hakkımızda sadır olan haksız hükmün temyizen bozulması üzerine yapılan duruşmamızda beni yine konuşturmadılar. Hakkımızda üçüncü bir şiddetli iddianameyi bize dinlettirdiler. Hem yanıma kimseyi bırakmadılar ki gelsin yazıyla bana yardım etsin. Yazım noksan olmakla beraber hasta halimle yazdığım bu şekvamı bu zamanda hakkımda iki def'a tam adalet eden makamınıza bir lâyiha-i temyizim olarak takdim ediyorum.
(Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arzuhaldir. Ve dergâh-ı İlâhiyeye bir şekvadır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve dârü'l-fünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler. İşte bu yirmiüç senede yüzer işkenceli musibetlerden "on tanesi"ni âdil, Hâkim-i Zülcelâl'in dergâh-ı adaletine müştekiyâne takdim ediyorum.)
Birincisi : Ben kusurlarımla beraber bu milletin saadetine ve imanına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakikata, yâni Kur'an hakikatına benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nur'la çalıştım. Bütün zâlimane tâziblere karşı tevfik-i İlâhi ile dayandım. Geri çekilmedim.
Ezcümle : Bu Afyon hapsimde ve mahkememde başıma gelen çok gaddarâne muamelelerden birisi : Üç defa ve her def'asında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnâmeleri, bana ve adaletten teselli bekliyen mâsum Nur Talebelerine cebren dinlettirdikleri halde, çok rica ettim beş-on dakika bana müsaade ediniz ki, hukukumuzu müdafaa edeyim. Bir-iki dakikadan fazla izin vermediler.
İşte bu mes'elelerden birisi ve aleyhimizde olanların en ehemmiyetlisi şudur:
Ben, otuz kırk sene evvel müteşâbih bir Hâdis-i Şerif'in bir harika manasını beyan etmiştim ve sonra Risale-i Nur'da yazmıştım. Bir kumandan, hayatıyla ve memâtıyla beni tasdik etti ki; "Bir adam sabah kalkar, alnında “haza kafirun” yazılmış bulunur. Yani, Avrupa gibi başına şapka giyer ve onu cebren giydirir." İşte o adam, benim diye... acib icraatıyla isbat ettiği halde; ben mahrem tuttum, tâ zâlimler Nurlara ilişmesinler.
Sonra gördüm ki; İslâm Ordusunun hasenelerini o kumandana vermekle, milyonlar haseneler bir tek haseneye iner, sukut eder. Ve o kumandanın kusurunu ve seyyiesini orduya vermekle, o seyyie bir milyon seyyie olur, o şanlı ve kahraman orduyu tam lekedar eder bildim. Benim, gizli ve mahrem tutmakta hata ettiğime kanaat getirdiğim aynı zamanda, mahkemeler o hakikatı tam tamına teşhir etti. İzahı, büyük müdafaatıma havale edip, gayet kısa bir işareti şudur:

Mahkeme, bizi cezalandırmak için ileri sürdüğü en büyük sebep; benim, o kumandanı sevmemekliğin ve sevdirmemekliğim ve Kur'an'ın çok âyâtına karşı O'nun inkârını ve muarazasını red etmekliğim, fikren ve ilmen kat'i hüccetlerle O'nun mesleğini kabul etmemekliğimdir.
Ben yirmi ay tecrid-i mutlakda durdurulduğum halde yalnız üç-dört saat bir-iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra onlar da men'edildi. Pek gaddarâne muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeinin bin dereden su toplamak nev'inden ve yanlış mânâ vermekle iftiralar ve yalan isnadlarla garazkârane ve onbeş sahifesinde seksenbir hatâsını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnâmelerini dinlemeğe bizi mecbur ettiler. Beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı diyecektim:
Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi (A.S.M.) ve Kur'an'ınızın kanunlarını reddedip kabul etmiyen; Yahudi ve Nasrâni ve Mecusilere, hususan şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara hürriyet-i vicdan, hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğiniz halde ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta müteassıb, cebbar bir hükümetin daire-i mülkünde ve hakimiyetinde milyonlarla Müslümanlar her vakit Kur'an dersiyle İngiliz'in bütün bâtıl akidelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde onlara mahkemeleriyle ilişmediği ve her hükümette bulunan şiddetli muhalifler alenen fikirlerinin neşrinde, o hükümetlerin mahkemeleri ilişmediği halde, benim kırk senelik hayatımı ve yüzotuz kitabımı ve en mahrem risale ve mektublarımı, hem Isparta hükümeti, hem Denizli mahkemesi, hem Ankara Ceza Mahkemesi, hem Diyanet Riyaseti, hem iki def'a belki üç def'a mahkeme-i temyiz tam tedkik ettikleri ve onların ellerinde iki-üç sene Risale-i Nur'un mahrem ve gayr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icab edecek birtek maddeyi göstermedikleri, hem bu derece za'fiyetim ve mazlumiyetim ve mağlûbiyetim ve ağır şerait ile beraber ikiyüzbin hakikî ve fedakâr şâkirdlere vatan ve millet ve âsâyiş menfaatinde en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nur'un elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatımız mâsumiyetimizi isbat ettikleri halde, hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile , hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetler ve tecridlerle mahkum ediyorsunuz! Elbette mahkeme-i kübra-i haşirde sizden sorulacak.
İkincisi : Beni cezalandırmağa gösterdikleri bir sebeb: Benim tesettür, irsiyet, zikrullah, teaddüd-ü ezvaç hakkındaki Kur'an'ın gayet sarih âyetlerine, medeniyetin itirazlarına karşı onları susturan tefsirimdir.
Onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine ve Ankara'ya mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım -ve aleyhimdeki kararnâmede yazdıkları- bu gelen fıkrayı: Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir ikaz, hem iki def'a beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyen mahkeme-i temyize Elhüccetü'z-Zehrâ ile beraber, bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmayan ve seksen hatasını isbat ettiğimiz garazkârane ittihamname ile beni iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm eden hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum:
İşte ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Binüçyüzelli senede her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakiki bir düstur-u İlâhiyi, üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve binüçyüz senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkû eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin! Acaba bu zamanın bazı ilcaatının iktizasiyle muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunların fikren ve ilmen kabul etmeyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakta İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı? diye kararnâmelerinde "bir ihtar" tabirimden hiddet edenlere ihtar ederim.
Ses Yok