Müdafalar | Müdafalar | 150
(1-190)
Altıncısı : Nur'un şakirdlerinden bazılarının Nurlardan fevkalâde iman hüccetlerini ve sarsılmaz ayne'l-yakîn ulûm-u imaniyeyi görüp istifade ettiklerinden, bu bîçâre tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inde, ziyade hüsn-ü zan ile müfritâne medhetmeleri ile beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zaif, gurbette, menfi, yarım ümmî, aleyhimde propaganda ile halkı benden ürkütmek haleti içinde Kur'an'ın ilaçlarından ve imânî ve kudsî hakikatlerinden dertlerime tam derman olarak kendime bulduğum zaman, bu millete ve bu vatan evladlarına dahi tam bir ilaç olacağına kanaat getirdiğim için o kıymettar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pekçok muhtaç iken, inayet-i İlâhiye bana sâdık, has, metin yardımcıları verdi.
Elbette ben onların hüsn-ü zanlarını ve samimâne medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak ve hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara birer ihanet ve adavet hükmüne geçer. Ve o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçıracak diye onların âdi, müflis şahsıma karşı medh ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevi mu'cize-i Kur'aniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif ve razı olmayan bir adamı başkaların onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki, kanun nâmına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor?..
Hem neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde : Ahirzamanın o büyük şahsı neslen Âl-i Beyt'ten olacak. Biz Nur şâkirdleri, ancak mânevi Âl-i Beyt'den sayılabiliriz. Hem Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek, şan ü şeref kazanmak olmaz. Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur bilirim." denmektedir diye kararnamede yazdıkları..
Ve yine kararnâmede yirmiikinci ve üçüncü sahifesinde: "Kusurunu bilmek, fakr ve âczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçare, âciz, kusurlu görüyorum. O halde, bütün halk beni medh ü sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sahib-i kemâlim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için üçüncü hakiki şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim. Cenab-ı Hak inayetiyle en edna bir nefer gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. Nefis cümleden edna, vazife cümleden alâ." fıkrasını, kararnâme yazdığı halde, beni başka zâtların medhiyle ve Risale-i Nur mânasiyle büyük bir hidayet edici vasfını vermekle beni suçlu yapanlar, elbette bu hatânın cezasını dehşetli çekmeğe müstahak olurlar.
Yedincisi : Biz ve umum Nur Risaleleri, Denizli ve Ankara ağır cezalarının ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektuplarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında Denizli beraetinde, faraza bir hatâ dahi olsa, o beraet ve hüküm kat'iyet kesbetmiş, daha tekrar muhakeme edilmez" dedikleri halde ben Emirdağ'ında üç sene münzevi ve iki-üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka göndermiyen ve kendi müfti kardeşine üç senede üç mektuptan başka yazmıyan ve yirmi-otuz seneden beri devam eden te'lifini bırakan, yalnız bütün ehl-i Kur'an ve imana menfaatli yirmi sahifelik iki nükte, biri: Kur'andaki tekrarların hikmetini.. diğeri: Melekler hakkında bazı mes'elelerden başka hiçbir risale daha te'lif etmeyen; yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Ayet'ül-Kübrâ"nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, âlem-i İslâmın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin vererek onların tashihleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiçbir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için sıkıntılı bir gurbeti kabul edip memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlar ve yalan bahisler ve yanlış manalar ile o adamı suçlu yapmağa çalışan kimsede -şimdilik söylemiyeceğim- dehşetli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı muamelesi isbat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübraya havale ediyorum.
Sekizincisi : Beşinci Şuâ, iki sene Denizli ve Ankara Mahkemelerinin ellerinde kalıp sonra bize iade ettiklerinden, Denizli Mahkemesinde beraetimizi netice veren müdafaatımla beraber "Siracü'n-Nur"un büyük mecmuasının âhirinde yazılmış. Gerçi evvelce mahrem tutuyorduk, fakat mâdem mahkemeler onu teşhir edip beraetle bize iade ettiler. Demek bir zararı yoktur diye teksirine izin verdim. Ve o Beşinci Şua'ın aslı, otuz-kırk sene evvel yazılmış müteşabih bir kısım hadislerdir.. fakat ümmette eskiden beri intişar eden bir kısmına gerçi bazı ehl-i hadis bir za'fiyet isnad etmişler, fakat zahiri manaları medar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i imanı şüphelerden kurtarmak için yazıldığı halde, bir zaman sonra onun harika te'villerinin bir kısmı gözlere göründüğü için biz onu mahrem tuttuk. Tâ yanlış mâna verilmesin. Sonra, müteaddit mahkemeler onu tedkik edip teşhirine sebep olmakla beraber, bize iade ettikleri halde, şimdi beni tekrar onunla suçlu yapmak ne kadar âdaletten, haktan, insaftan uzak olduğunu bizi kanaat-ı vicdaniye ile mahkum edenlerin vicdanlarına ve onları dahi mahkeme-i kübraya havale ederek deriz.
Dokuzuncusu : Çok mühimdir. Fakata bizi mahkum edenlerin Risale-i Nur'u mütalaalarının hatırı için, onları kızdırmamak fikriyle yazmadım.
Onuncusu : Kuvvetli ve ehemmiyetlidir. Fakat yine onları küstürmemek niyetiyle şimdilik yazmadım.
Tecrid-i Mutlakta Mevkuf ve Mahkum
Said Nursî
Ses Yok