Müdafalar | Müdafalar | 152
(1-190)
İşte bu entrikacıların çevirdikleri plan, benim gibi binler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hadiseye göre tertib edilmiş. Halbuki, en adi bir adamın en adi bir hırsızlığı gibi bir hadiseyi andıracak bir ceza vaziyetini netice verdi. Yüzonbeş adamdan onbeş masumlara beş-altı ay ceza verildi. Acaba dünyada hiç bir zîakıl, elinde gayet keskin elmas bir kılınç bulunsa, müdhiş bir arslanın veya bir ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip kendine musallat eder mi? Eğer maksadı tahaffuz veyahut döğüşmek ise kılıncı başka yere havale eder.
İşte sizin nazarınızda ve vehminizde beni o adam gibi telakki etmişsiniz ki, beni bu tarzda cezaya ve mahkumiyete çarptınız. Eğer bu derece hilaf-ı şuur ve muhalif-i akıl hareket ediyorsam, koca memlekete dehşet verip propaganda ile efkâr-ı ammeyi aleyhime çevirmek değil, belki adi bir divane gibi tımarhaneye gönderilmem lazım gelir. Eğer verdiğiniz ehemmiyete mukabil bir adam isem, elbette arslanı kendine saldırtmak ve ejderhayı kendine hücum ettirmek için, o keskin kılıncı onların kuyruklarına uzatmaz, belki mümkün olduğu kadar kendini muhafaza edecek. Nasılki on sene ihtiyarî bir inzivayı ihtiyar edip, takat-ı beşerin fevkınde sıkıntılara tahammül ederek hükümetin işine hiçbir cihetle karışmadım ve karışmak arzu etmedim. Çünki, hizmet-i kudsiyem beni men'ediyor.
Ey ehl-i hall ve akd! Acaba hiç mümkün müdür ki: Yirmibeş sene evvel gazetelerin yazdığı gibi, bir makale ile otuzbin adamı kendi fikrine çeviren ve koca hareket ordusunun nazar-ı dikkatini kendine döndüren ve İngiliz baş-papazının altıyüz kelime ile istediği suallerine altı kelime ile cevap veren ve bidayet-i hürriyette en meşhur bir diplomat gibi nutuk söyleyen bir adamın yüzyirmi risalesinde dünyaya, siyasete bakacak yalnız onbeş kelime mi bulunur? Hiç bir akıl kabul eder mi ki; bu adam siyaseti takib ediyor ve maksadı dünyadır ve hükümete ilişmektir. Eğer fikri, siyaset ve hükümete ilişmek olsa idi, böyle bir adam birtek risalesinde sarihan, işareten, yüz yerde maksadını ihsas edecekti. Acaba o adamın maksadı siyasetçe tenkid olsa idi, yalnız tesettür ve irsiyete dair eski zamandan beri cari bir-iki düsturdan başka medar-ı tenkid bulamaz mı idi?
Evet koca bir inkılabı yapan bir hükümetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takib eden bir adam, bir-iki malum maddeler değil, yüz binler madde-i tenkid bulabilirdi. Güya hükümet-i cumhuriyenin yalnız inkılabı bir-iki küçük mes'eledir. Ben de onu hiçbir tenkid maksadım olmadığı halde, eskiden yazdığım bir-iki kitabımda zikrettiğim bir-iki kelime varmış diye "Hükümetin rejimine ve inkılabına hücum ediyor" denilmiş. İşte ben de soruyorum: Böyle en edna bir cezaya medar olamayan ilmi bir maddeye koca bir memleketi meşgul edip endişe verecek bir şekil verilir mi?
İşte beni ve beş-on dostlarımı bu adi ve ehemmiyetsiz cezaya çarpmak, umum memlekette aleyhimize bir şiddetli propaganda ve milleti korkutmak, bizden nefret ettirmek ve Dahiliye Nazırı Şükrü Kaya'nın mühim bir kuvvette Isparta'da birtek nefesin göreceği işi görmek için-yani beni tevkif etmek için -Isparta'ya celbedilmesi ve Hey'et-i Vekile reisi İsmet'in vilayat-ı şarkıyeye o münasebetle gitmesi ve iki ay benim hapiste bütün bütün konuşmaktan men'edilmekliğim ve bu gurbette ve kimsesizlikte hiç bir kimsenin halimi sormak ve selam göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki, dağ gibi bir ağaçta nohut gibi birtek meyve bulundurup manasız, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, değil hükümet-i cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanuni bir hükümet, belki hikmetle iş görmek manasiyle hükümet namı verilen dünyada hiç bir hükümetin işi olamaz. Ben hükümet-i Cumhuriyenin kanunlarına istinâden hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinayetle ittiham ediyorum. Böyle canilerin keyiflerini elbette hükümet-i cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.
Said Nursî
RİSALE-İ NUR ŞAKİRDLERİNİN İDDİANAMEYE KARŞI AYN-I HAKİKAT İTİRAZNAMELERİDİR
(Nur'un eski talebelerinden Avukat Abdurrahim'in Üstadımızın lisanıyla başvekile yazdığı bir istidadır. Makam münasebetiyle buraya yazıldı.) Muhterem Efendiler!
Hürriyet ilanını, Birinci Harb-i Umumiyi, mütareke zamanlarını, milli hükümetin teşekkülünü ve cumhuriyet zamanını birden derkeden bütün hükümet ricali beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi göz gezdirelim.
Bitlis vilayetinin Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rast gelen bütün alimlerle mücadele eder, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayet-i İlahiyye ile mağlub ede ede İstanbul'a kadar geldim. İstanbul'da bu afetli şöhret içinde mücadele ederken nihayet rakiplerimin ifsadatıyla, Sultan Abdulhamit'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilanıyla ve Otuzbir Mart vakıasındaki hizmetlerime İttihad-Terakki hükümetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Cami-ül-Ezher gibi Medresetü'z- Zehra namında bir İslâm Üniversitesinin Van'da açılması teklifi ile karşılaştım. Hatta temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde Bitlis'te esir düştüm, esaretten kurtularak İstanbul'a geldim. Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'ye aza oldum. Mütareke zamanında istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul'da çalıştım. Milli hükümetin galibiyeti üzerine yaptığım hizmetler Ankara hükümetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperver hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said'i gömdüm." büsbütün âhiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul'un Yuşa tepesine çekildim daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım.
Yani şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım düsturuyla kendi ruhî alemime daldım. Kur'an-ı Azimüşşan'ın tetkik ve mütalaasıyla vakit geçirerek ve Yeni Said olarak yaşamağa başladım. Fakat kaderin cilveleri beni menfi olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur'an-ı Kerim'in feyzinden kalbime doğan füyuzatı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda getirdim. Bu risalelerin hey'et-i mecmuasına Risale-i Nur ismini verdim. Hakikaten Kur'an'ın nuruna istinad eylediği için bu isim vicdanımdan doğmuş gibi ilham-ı İlahi olduğuna bütün imanımla kaniim. Ve bunları istinsah edenlere "Barekallah" dedim. Çünki : İman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu. Bu risalelerim iman sahipleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bu istinsah bana böyle bir kanaat verdi ki; Müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlahidir. Bu sevk-i İlahiye hiçbir sahib-i iman mani olmayacağı gibi teşvike de manen mecbur bulunduğumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüzotuzu bulan bu risaleler tamamen ahiret ve iman bahislerine ait olup siyasetten ve dünyadan kasdi olarak bahsetmez. Buna rağmen birtakım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu.
İşte sizin nazarınızda ve vehminizde beni o adam gibi telakki etmişsiniz ki, beni bu tarzda cezaya ve mahkumiyete çarptınız. Eğer bu derece hilaf-ı şuur ve muhalif-i akıl hareket ediyorsam, koca memlekete dehşet verip propaganda ile efkâr-ı ammeyi aleyhime çevirmek değil, belki adi bir divane gibi tımarhaneye gönderilmem lazım gelir. Eğer verdiğiniz ehemmiyete mukabil bir adam isem, elbette arslanı kendine saldırtmak ve ejderhayı kendine hücum ettirmek için, o keskin kılıncı onların kuyruklarına uzatmaz, belki mümkün olduğu kadar kendini muhafaza edecek. Nasılki on sene ihtiyarî bir inzivayı ihtiyar edip, takat-ı beşerin fevkınde sıkıntılara tahammül ederek hükümetin işine hiçbir cihetle karışmadım ve karışmak arzu etmedim. Çünki, hizmet-i kudsiyem beni men'ediyor.
Ey ehl-i hall ve akd! Acaba hiç mümkün müdür ki: Yirmibeş sene evvel gazetelerin yazdığı gibi, bir makale ile otuzbin adamı kendi fikrine çeviren ve koca hareket ordusunun nazar-ı dikkatini kendine döndüren ve İngiliz baş-papazının altıyüz kelime ile istediği suallerine altı kelime ile cevap veren ve bidayet-i hürriyette en meşhur bir diplomat gibi nutuk söyleyen bir adamın yüzyirmi risalesinde dünyaya, siyasete bakacak yalnız onbeş kelime mi bulunur? Hiç bir akıl kabul eder mi ki; bu adam siyaseti takib ediyor ve maksadı dünyadır ve hükümete ilişmektir. Eğer fikri, siyaset ve hükümete ilişmek olsa idi, böyle bir adam birtek risalesinde sarihan, işareten, yüz yerde maksadını ihsas edecekti. Acaba o adamın maksadı siyasetçe tenkid olsa idi, yalnız tesettür ve irsiyete dair eski zamandan beri cari bir-iki düsturdan başka medar-ı tenkid bulamaz mı idi?
Evet koca bir inkılabı yapan bir hükümetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takib eden bir adam, bir-iki malum maddeler değil, yüz binler madde-i tenkid bulabilirdi. Güya hükümet-i cumhuriyenin yalnız inkılabı bir-iki küçük mes'eledir. Ben de onu hiçbir tenkid maksadım olmadığı halde, eskiden yazdığım bir-iki kitabımda zikrettiğim bir-iki kelime varmış diye "Hükümetin rejimine ve inkılabına hücum ediyor" denilmiş. İşte ben de soruyorum: Böyle en edna bir cezaya medar olamayan ilmi bir maddeye koca bir memleketi meşgul edip endişe verecek bir şekil verilir mi?
İşte beni ve beş-on dostlarımı bu adi ve ehemmiyetsiz cezaya çarpmak, umum memlekette aleyhimize bir şiddetli propaganda ve milleti korkutmak, bizden nefret ettirmek ve Dahiliye Nazırı Şükrü Kaya'nın mühim bir kuvvette Isparta'da birtek nefesin göreceği işi görmek için-yani beni tevkif etmek için -Isparta'ya celbedilmesi ve Hey'et-i Vekile reisi İsmet'in vilayat-ı şarkıyeye o münasebetle gitmesi ve iki ay benim hapiste bütün bütün konuşmaktan men'edilmekliğim ve bu gurbette ve kimsesizlikte hiç bir kimsenin halimi sormak ve selam göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki, dağ gibi bir ağaçta nohut gibi birtek meyve bulundurup manasız, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, değil hükümet-i cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanuni bir hükümet, belki hikmetle iş görmek manasiyle hükümet namı verilen dünyada hiç bir hükümetin işi olamaz. Ben hükümet-i Cumhuriyenin kanunlarına istinâden hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinayetle ittiham ediyorum. Böyle canilerin keyiflerini elbette hükümet-i cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.
Said Nursî
RİSALE-İ NUR ŞAKİRDLERİNİN İDDİANAMEYE KARŞI AYN-I HAKİKAT İTİRAZNAMELERİDİR
(Nur'un eski talebelerinden Avukat Abdurrahim'in Üstadımızın lisanıyla başvekile yazdığı bir istidadır. Makam münasebetiyle buraya yazıldı.) Muhterem Efendiler!
Hürriyet ilanını, Birinci Harb-i Umumiyi, mütareke zamanlarını, milli hükümetin teşekkülünü ve cumhuriyet zamanını birden derkeden bütün hükümet ricali beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi göz gezdirelim.
Bitlis vilayetinin Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rast gelen bütün alimlerle mücadele eder, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayet-i İlahiyye ile mağlub ede ede İstanbul'a kadar geldim. İstanbul'da bu afetli şöhret içinde mücadele ederken nihayet rakiplerimin ifsadatıyla, Sultan Abdulhamit'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilanıyla ve Otuzbir Mart vakıasındaki hizmetlerime İttihad-Terakki hükümetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Cami-ül-Ezher gibi Medresetü'z- Zehra namında bir İslâm Üniversitesinin Van'da açılması teklifi ile karşılaştım. Hatta temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim. Kafkas cephesinde Bitlis'te esir düştüm, esaretten kurtularak İstanbul'a geldim. Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'ye aza oldum. Mütareke zamanında istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul'da çalıştım. Milli hükümetin galibiyeti üzerine yaptığım hizmetler Ankara hükümetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak teklifi tekrarlandı.
Buraya kadar geçen hayatım bir vatanperver hali idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said'i gömdüm." büsbütün âhiret ehli Yeni Said olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman İstanbul'un Yuşa tepesine çekildim daha sonra doğduğum yer olan Bitlis ve Van tarafına giderek mağaralara kapandım. Ruhî ve vicdanî hazzımla başbaşa kaldım.
Yani şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım düsturuyla kendi ruhî alemime daldım. Kur'an-ı Azimüşşan'ın tetkik ve mütalaasıyla vakit geçirerek ve Yeni Said olarak yaşamağa başladım. Fakat kaderin cilveleri beni menfi olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur'an-ı Kerim'in feyzinden kalbime doğan füyuzatı yanımdaki kimselere yazdırarak birtakım risaleler vücuda getirdim. Bu risalelerin hey'et-i mecmuasına Risale-i Nur ismini verdim. Hakikaten Kur'an'ın nuruna istinad eylediği için bu isim vicdanımdan doğmuş gibi ilham-ı İlahi olduğuna bütün imanımla kaniim. Ve bunları istinsah edenlere "Barekallah" dedim. Çünki : İman nurunu başkalarından esirgemeye imkân yoktu. Bu risalelerim iman sahipleri tarafından birbirinden alınarak istinsah edildi. Bu istinsah bana böyle bir kanaat verdi ki; Müslümanların zedelenen imanlarını takviye için bir sevk-i İlahidir. Bu sevk-i İlahiye hiçbir sahib-i iman mani olmayacağı gibi teşvike de manen mecbur bulunduğumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüzotuzu bulan bu risaleler tamamen ahiret ve iman bahislerine ait olup siyasetten ve dünyadan kasdi olarak bahsetmez. Buna rağmen birtakım fırsat düşkünlerinin de iştigal mevzuu oldu.
Ses Yok