Müdafalar | Müdafalar | 154
(1-190)
Afyon Cezaevinde Mevkuf
Said Nursî (Avukat Ahmed Hikmet'in bize yazdığı parça ile bu mektup, talebe itiraznamelerinde bu mektup başında ve parça ahirinde veya içinde yazılsa münasibtir. Çünkü avukatlarımız olan Halil Hilmî ve Ahmed Hikmet ister istemez Nur Şakirdlerinden olmuşlar, onların da hisseleri var.)
(Husrev yazıyor) Mahkeme günü : Cuma Çok Sevgili Üstadımız Efendimiz! Dünkü mahkememiz çok ehemmiyetli, çok heyecanlı olmuştu. Avukat Halil Hilmî, baştan nihayete kadar cereyan eden mahkeme safahatında elde ettiği kanaatını hülasaten serdettikten sonra:
"Denizli Mahkemesinde Said Nursi, Atatürk'e rakı içe içe karnı su tulumbası gibi şişmiş" dediği.. hem orada kendisine "Başını niye açmıyorsun? Sarığını niye çıkarmıyorsun?" dedikleri zaman "Başım gövdemden ayrılmadıkça veya boynuma ip takılıp asılmakdıkça bu teklifinizi bana tatbik edemezsiniz!" diye pek şiddetli konuştuğu halde.. Said Nursi, Denizli'de dokuz ay imtidad eden tedkikat neticesinde -bugünde kendisine ve talebelerine isnad edilen suç mevzularından daha çok ittihamlardan hiç birisi mevcut olmamakla- eserleriyle, talebeleriyle beraat etmiş. Şimdi ise yüksek mahkemenizde çok mülâyim konuşan ve asla dini bir temayülden başka hiçbir şeye iltifat etmedikleri anlaşılan Bediüzzaman'ın ve talebeleri olan bu biçare vatan evladlarının daha çok mekufiyetlerinin temâdisinin zulüm olduğu kanaatına yüksek mahkemenizde vasıl olmuştur."
"Huzurunuzda bulunan bu vatandaşlar hakikaten bîgünahtırlar. Bunlar, siyasetle ve fena maksatlarla alâkası bulunmayan Said Nursî'nin eserlerini okuyup yazmaktan ve yaymak suretiyle ehl-i imâna hizmet etmekten başka hiçbir gaye takip etmemişlerdir. Bu hareketleri ise hiçbir şekilde suç teşkil edecek mahiyette değildir. Hatta bu vatandaşlar : "Türk milletinin kanun-u esasi ile dini, din-i İslâm olduğu halde bu güne kadar ihmal edilen din tedrisatının tekrar mekteplere konulmasına ve imam-hatip mekteblerinin açılmasına yegane sâik, bizim mesaimizin mahsulüdür." deseler dahi, yine bir suç teşkil etmez. Mâsumiyetleri mahkemenizce de tahakkuk ettiği kanaatında olduğum bu vatandaşların hiçbir suçları olmamakla beraber, bu mes'elede eğer bir suç varsa; "O suç benimdir" diyen bu eserlerin müellifi Said Nursi'ye aittir. Bu vatandaşların tahliyelerini istiyorum" diyerek sözünü bitirmiş...
Fakat hey'et-i hakimenin siz sevgili Üstadımızı konuşturmak istememelerine rağmen siz sevgili Üstadımız ısrar ile söz almış ve "Avukat doğru söyledi" diye söze başlamıştınız. Yirmiiki seneden beri bilafâsıla gizli düşmanlarınız tarafından şahs-ı mübarekenize yapılan pek şiddetli işkenceleri, ihanetleri yadettikten sonra: "Benim müdafaatım elinizdeki risalelerimdir. Talebelerim bilirler ki; benim gizli düşmanlarım beni idam etseler sonra Risale-i Nur'la imanlarını kurtarsalar, ben onlara hakkımı helal ediyorum. Eğer sizde benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta burada sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helal ediyorum.
Bu masum vatan evlatlarına tesmiye edilen Nurcu ismi, kitaplarımı okuyup yazmalarından başka bir şey değildir. Halbuki; siz de şimdi bunlar gibi Nurcu oldunuz. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Hindistan ve Mısır gibi Alem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde âlimlerin takdirlerine mazhar olan Risale-i Nur, sizin de kalplerinizi kendine çevirmiş. Bu mâsum vatan evlatlarını bırakınız, kabahat varsa benimdir. Evet kabahatım var; o da: Dünyaya bakmadığımdır." diye hem çok yerinde, hem çok acıklı sözleriniz bizleri pek çok müteessir ettiği gibi hey'et-i hâkimeyi de müteessir etmişti.
Çok kusurlu talebeniz
Husrev
Said Nursî (Avukat Ahmed Hikmet'in bize yazdığı parça ile bu mektup, talebe itiraznamelerinde bu mektup başında ve parça ahirinde veya içinde yazılsa münasibtir. Çünkü avukatlarımız olan Halil Hilmî ve Ahmed Hikmet ister istemez Nur Şakirdlerinden olmuşlar, onların da hisseleri var.)
(Husrev yazıyor) Mahkeme günü : Cuma Çok Sevgili Üstadımız Efendimiz! Dünkü mahkememiz çok ehemmiyetli, çok heyecanlı olmuştu. Avukat Halil Hilmî, baştan nihayete kadar cereyan eden mahkeme safahatında elde ettiği kanaatını hülasaten serdettikten sonra:
"Denizli Mahkemesinde Said Nursi, Atatürk'e rakı içe içe karnı su tulumbası gibi şişmiş" dediği.. hem orada kendisine "Başını niye açmıyorsun? Sarığını niye çıkarmıyorsun?" dedikleri zaman "Başım gövdemden ayrılmadıkça veya boynuma ip takılıp asılmakdıkça bu teklifinizi bana tatbik edemezsiniz!" diye pek şiddetli konuştuğu halde.. Said Nursi, Denizli'de dokuz ay imtidad eden tedkikat neticesinde -bugünde kendisine ve talebelerine isnad edilen suç mevzularından daha çok ittihamlardan hiç birisi mevcut olmamakla- eserleriyle, talebeleriyle beraat etmiş. Şimdi ise yüksek mahkemenizde çok mülâyim konuşan ve asla dini bir temayülden başka hiçbir şeye iltifat etmedikleri anlaşılan Bediüzzaman'ın ve talebeleri olan bu biçare vatan evladlarının daha çok mekufiyetlerinin temâdisinin zulüm olduğu kanaatına yüksek mahkemenizde vasıl olmuştur."
"Huzurunuzda bulunan bu vatandaşlar hakikaten bîgünahtırlar. Bunlar, siyasetle ve fena maksatlarla alâkası bulunmayan Said Nursî'nin eserlerini okuyup yazmaktan ve yaymak suretiyle ehl-i imâna hizmet etmekten başka hiçbir gaye takip etmemişlerdir. Bu hareketleri ise hiçbir şekilde suç teşkil edecek mahiyette değildir. Hatta bu vatandaşlar : "Türk milletinin kanun-u esasi ile dini, din-i İslâm olduğu halde bu güne kadar ihmal edilen din tedrisatının tekrar mekteplere konulmasına ve imam-hatip mekteblerinin açılmasına yegane sâik, bizim mesaimizin mahsulüdür." deseler dahi, yine bir suç teşkil etmez. Mâsumiyetleri mahkemenizce de tahakkuk ettiği kanaatında olduğum bu vatandaşların hiçbir suçları olmamakla beraber, bu mes'elede eğer bir suç varsa; "O suç benimdir" diyen bu eserlerin müellifi Said Nursi'ye aittir. Bu vatandaşların tahliyelerini istiyorum" diyerek sözünü bitirmiş...
Fakat hey'et-i hakimenin siz sevgili Üstadımızı konuşturmak istememelerine rağmen siz sevgili Üstadımız ısrar ile söz almış ve "Avukat doğru söyledi" diye söze başlamıştınız. Yirmiiki seneden beri bilafâsıla gizli düşmanlarınız tarafından şahs-ı mübarekenize yapılan pek şiddetli işkenceleri, ihanetleri yadettikten sonra: "Benim müdafaatım elinizdeki risalelerimdir. Talebelerim bilirler ki; benim gizli düşmanlarım beni idam etseler sonra Risale-i Nur'la imanlarını kurtarsalar, ben onlara hakkımı helal ediyorum. Eğer sizde benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta burada sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helal ediyorum.
Bu masum vatan evlatlarına tesmiye edilen Nurcu ismi, kitaplarımı okuyup yazmalarından başka bir şey değildir. Halbuki; siz de şimdi bunlar gibi Nurcu oldunuz. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Hindistan ve Mısır gibi Alem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde âlimlerin takdirlerine mazhar olan Risale-i Nur, sizin de kalplerinizi kendine çevirmiş. Bu mâsum vatan evlatlarını bırakınız, kabahat varsa benimdir. Evet kabahatım var; o da: Dünyaya bakmadığımdır." diye hem çok yerinde, hem çok acıklı sözleriniz bizleri pek çok müteessir ettiği gibi hey'et-i hâkimeyi de müteessir etmişti.
Çok kusurlu talebeniz
Husrev
Ses Yok