Müdafalar | Müdafalar | 149
(1-190)
Üçüncüsü : Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep; emniyeti ihlâl ve âsâyişi bozmaktır. pek uzak bir ihtimal ve yüzde belki binde bir imkan ile, hattâ uzak imkânatı vukuat yerinde koyup, bazı mahrem risale ve hususi mektuplardan Risale-i Nur'un yüzbin kelime ve cümlelerinden kırkelli kelimesine yanlış mâna vererek bir sened gösterip bizi ittiham ve cezalandırdılar.
Ben de bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has şakirdlerini işhad ederek derim : İstanbul'u işgal eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm içinde ihtilaf atıp hatta Şeyhü'l-İslâmı ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek İtilafçı, İttihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyle Yunan'ın galebesine ve harekat-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi Eşref Edib'in gayretiyle tab' ve neşretmek ile o kumandanın dehşetli planın kıran (1) ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmeyen (2) ve Ankara reisleri o hizmeti için O'nu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmayan (3) ve esarette Rus'un başkumandanının îdam kararına ehemmiyet vermeyen (4) ve Otuzbir Mart Hadisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren (5) ve divan-ı Harb-i Örfi'de mahkemedeki paşaların : "Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin." diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip (6) cevaben: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeğe hazırım diyen (7) ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip, idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek; "Zalimler için yaşasın cehennem." diye yolda bağıran (8) ve Ankara'da divan-ı riyasette -Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi- Mustafa Kemal hiddetle O'na dedi : "Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın içimize ihtilaf verdin." Ona karşı "İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur." diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen (9) ve o deşhetli kumandan O'na bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran (10) ve altı vilayetin zabıtasınca ve hükümetçe âsâyişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen (11) ve yüzbinlerle Nur şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görünmeyen (12) -yalnız bir küçük talebe, birisinin pek soğuk ta'cizinden ve tarassudundan hayattan usanıp intihar edeceği anda yazdığı vasiyetini gören birisi onu intihardan men'etmesiyle yine o muacciz ona musallat oldu.
O da, onun ağzına bir vurdu- Bundan başka hiçbir şâkirdinde bir cinayet işitilmeyen (13) ve hangi hapse girmişse o mahpusları ıslah eden (14) ve Risale-i Nur'dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükümet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur'un kıymetini bilen yüzbin şakirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden (15) ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören (16) ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkıyesine bir medar arıyan (17) ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen (18) ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere beddua etmiyen (19) bir adam hakkında: "Bu ihtiyar münzevi âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur." diyenler ve O'nu pek ağır şerait altında mahkum edenler; elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i Kübra'da hesabını verecekler.
Acaba bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaate getiren (1) ve kırk sene evvel bir makalesiyle binler adamı kendine tarafdar yapan (2) ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan (3) ve mahkemelerde, başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zendekaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyete hıyânet etmem, (4) hakikat-ı Kur'an'a feda olan bu başımı zâlimlere eğmem diyen (5) ve Emirdağı'nda beş-on âhiret kardeşi ve üç-dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmayan (6) bir adam hakkında, ittihamnâmede: "Bu Said, Emirdağı'nda gizli çalışmış, âsâyişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş, yirmi adamda etrafda O'nu medhedip hususi mektuplar yazdıkları gösteriyor ki; O adam inkılab ve hükümet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor." diyerek emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlak ile ve mahkemede konuşturmamakla ta'zib edenler ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum!..
Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar olan ve bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve bir makaleyle binlerle insanaları İttihad-ı Muhammediye Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde ellibin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağı'nda çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikaları ile uğraşsın. Yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.
Dördüncüsü : Şapka giymediğimi mahkumiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki: Üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler: "Şapkayı başına koy." Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde (Afyon müstesna) bana ilişmedikleri ve yirmiüç sene bazı dinsiz zalimlerin o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri halde ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairelerde me'murlar ve bere giyenler şapka giymeğe mecbur olmadıkları ve hiç bir maddi maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi bir münzevi, bütün müctehidlerin ve umum Şeyhü'l-İslamların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilavesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait, mânâsız bir âdetle tekrar beni cezalandırmağa çalışan ve çarşıda, Ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye, kendine kıyas edip ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün îdam-ı ebedisini ve kabrin daimi haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak.
Beşincisi : Otuzüç âyat-ı Kur'aniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyetine ve İmam-ı Ali (Kerremallahu Vechehu) ve Gavs-ı A'zam (Kuddıse Sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini; ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini; ve yirmi senede millete, vatana zararsız pekçok menfaatli bir mertebeyi kazandıran Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı risalelerinin müsaderesine hatta dörtyüz sahife ve yüzbin adamın imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren "Zülfikar-Mu'cizât" mecmuasının, eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af kanunları görmüş iki ayetin tam haklı tefsirine dair iki sahifesi bahanesiyle o pekçok menfaatli ve kıymetdar mecmuanın müsaderesine sebep oldukları gibi, şimdi de Nur'un kıymettar riselelerinden herbirisinden bin kelime içinde bir-iki kelimeye yanlış mana vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalışıldığı bu üçüncü iddianameyi işiten ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eder. Biz dahi deriz.
Ben de bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has şakirdlerini işhad ederek derim : İstanbul'u işgal eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm içinde ihtilaf atıp hatta Şeyhü'l-İslâmı ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek İtilafçı, İttihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyle Yunan'ın galebesine ve harekat-ı milliyenin mağlubiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi Eşref Edib'in gayretiyle tab' ve neşretmek ile o kumandanın dehşetli planın kıran (1) ve onun idam tehdidine karşı geri çekilmeyen (2) ve Ankara reisleri o hizmeti için O'nu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmayan (3) ve esarette Rus'un başkumandanının îdam kararına ehemmiyet vermeyen (4) ve Otuzbir Mart Hadisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren (5) ve divan-ı Harb-i Örfi'de mahkemedeki paşaların : "Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin." diye suallerine karşı, idama beş para kıymet vermeyip (6) cevaben: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeğe hazırım diyen (7) ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip, idamını beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek; "Zalimler için yaşasın cehennem." diye yolda bağıran (8) ve Ankara'da divan-ı riyasette -Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi- Mustafa Kemal hiddetle O'na dedi : "Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın içimize ihtilaf verdin." Ona karşı "İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur." diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen (9) ve o deşhetli kumandan O'na bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran (10) ve altı vilayetin zabıtasınca ve hükümetçe âsâyişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen (11) ve yüzbinlerle Nur şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görünmeyen (12) -yalnız bir küçük talebe, birisinin pek soğuk ta'cizinden ve tarassudundan hayattan usanıp intihar edeceği anda yazdığı vasiyetini gören birisi onu intihardan men'etmesiyle yine o muacciz ona musallat oldu.
O da, onun ağzına bir vurdu- Bundan başka hiçbir şâkirdinde bir cinayet işitilmeyen (13) ve hangi hapse girmişse o mahpusları ıslah eden (14) ve Risale-i Nur'dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiçbir zararı olmadıklarını yirmiüç senelik hayatının ve üç hükümet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur'un kıymetini bilen yüzbin şakirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden (15) ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören (16) ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkıyesine bir medar arıyan (17) ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen (18) ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere beddua etmiyen (19) bir adam hakkında: "Bu ihtiyar münzevi âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur." diyenler ve O'nu pek ağır şerait altında mahkum edenler; elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i Kübra'da hesabını verecekler.
Acaba bir nutuk ile, isyan eden sekiz taburu itaate getiren (1) ve kırk sene evvel bir makalesiyle binler adamı kendine tarafdar yapan (2) ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan (3) ve mahkemelerde, başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zendekaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyete hıyânet etmem, (4) hakikat-ı Kur'an'a feda olan bu başımı zâlimlere eğmem diyen (5) ve Emirdağı'nda beş-on âhiret kardeşi ve üç-dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmayan (6) bir adam hakkında, ittihamnâmede: "Bu Said, Emirdağı'nda gizli çalışmış, âsâyişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş, yirmi adamda etrafda O'nu medhedip hususi mektuplar yazdıkları gösteriyor ki; O adam inkılab ve hükümet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor." diyerek emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlak ile ve mahkemede konuşturmamakla ta'zib edenler ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum!..
Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar olan ve bir nutuk ile binler adamı itaate getiren ve bir makaleyle binlerle insanaları İttihad-ı Muhammediye Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde ellibin adama takdir ile nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağı'nda çalışsın, yalnız beş-on adamı kandırsın ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikaları ile uğraşsın. Yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.
Dördüncüsü : Şapka giymediğimi mahkumiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar. Yoksa beni cezalandırmağa çalışanlara diyecektim ki: Üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler: "Şapkayı başına koy." Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde (Afyon müstesna) bana ilişmedikleri ve yirmiüç sene bazı dinsiz zalimlerin o bahane ile bana gayr-ı resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri halde ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairelerde me'murlar ve bere giyenler şapka giymeğe mecbur olmadıkları ve hiç bir maddi maslahat giymesinde bulunmadığı halde, benim gibi bir münzevi, bütün müctehidlerin ve umum Şeyhü'l-İslamların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilavesiyle yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait, mânâsız bir âdetle tekrar beni cezalandırmağa çalışan ve çarşıda, Ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hürriyet-i şahsiye var diye, kendine kıyas edip ilişmediği halde, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni kıyafetim için suçlandırmağa çalışan; elbette ölümün îdam-ı ebedisini ve kabrin daimi haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak.
Beşincisi : Otuzüç âyat-ı Kur'aniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyetine ve İmam-ı Ali (Kerremallahu Vechehu) ve Gavs-ı A'zam (Kuddıse Sırruhu) gibi evliyanın takdirlerini; ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini; ve yirmi senede millete, vatana zararsız pekçok menfaatli bir mertebeyi kazandıran Risale-i Nur'u sinek kanadı gibi bahanelerle, bazı risalelerinin müsaderesine hatta dörtyüz sahife ve yüzbin adamın imanlarını kurtaran ve kuvvetlendiren "Zülfikar-Mu'cizât" mecmuasının, eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af kanunları görmüş iki ayetin tam haklı tefsirine dair iki sahifesi bahanesiyle o pekçok menfaatli ve kıymetdar mecmuanın müsaderesine sebep oldukları gibi, şimdi de Nur'un kıymettar riselelerinden herbirisinden bin kelime içinde bir-iki kelimeye yanlış mana vermekle, o bin menfaatli risalenin müsaderesine çalışıldığı bu üçüncü iddianameyi işiten ve neşrettiğimiz kararnameyi gören tasdik eder. Biz dahi deriz.
Ses Yok